6 Aralık 2007 Perşembe

Ayak küçükse doğum zor

Ayak küçükse doğum zor
Kellik, vücut yapısı gibi birçok fiziki özellik, ciddi rahatsızlıkların habercisi olabilir...
İngiliz Daily Mail gazetesi, bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalara dayanarak, çeşitli fiziksel özelliklerin işaret ettiği hastalıkları listeledi. Gazete, kellik, vücut yapısı, göz rengi gibi birçok özelliğin bazı rahatsızlıklara yakalanma riskinin yüksek olduğunu gösterdiğini yazdı.

Açık renk gözler: Mavi, yeşil ya da gri gözlü insanların gözlerinde melonom oluşma ihtimali daha yüksek. Koyu renk gözlerde, daha bol olan melanin pigmenti koruma sağlıyor. Açık renk gözlülerde, körlüğe yol açabilen "yaşa bağlı maküler dejenerasyon" hastalığı da daha sık görülüyor.

Küçük ayaklar: Küçük ayaklı kadınlar doğum sırasında daha sık sorunla karşılaşıyor. Kadınlarda küçük ayakların, leğenkemiğinin dar olduğuna işaret ettiği, dar leğenkemiğinin de doğumu zorlaştırdığı belirtiliyor.

Kellik: Prostat kanseri ve kalp hastalıkları riskinin yüksek olduğunu gösteriyor. Saçları tepeden seyrelen erkeklerin, alın kısmından kelleşen erkeklere oranla prostat kanserine yakalanma riskinin iki kat fazla olduğu belirlendi. Kalp hastalıkları riski de alın kısmından kelleşmeye başlayan erkeklerde yüzde 9, tepeden kelleşenlerde yüzde 23, tamamen kel olanlarda ise yüzde 36 daha fazla.

Kısa bacaklar: Kalp hastalıkları riskini artırıyor. Doğumdan ergenlik çağına kadar yeterince sağlıklı beslenmeyen insanlar genellikle daha kısa bacaklı olurken, bu dönemdeki beslenme şekli kemik gelişimi ve kalp sağlığı üzerinde de rol oynuyor.

Uzun parmaklar: Boylarına oranla uzun parmaklı olan erkekler depresyona girmeye daha yatkın oluyor. Bu durumun, ana rahmindeyken üretilen testosteron seviyesiyle ilgili olduğu sanılıyor. Fazla testosteron, sinir sistemini etkileyerek depresyon ihtimalini artırıyor, aynı zamanda parmakların gelişimini de etkiliyor.

Geniş, yuvarlak yüz: Uyku apnesine yakalanma ihtimalinin fazla olduğunu gösteriyor. Geniş, kısa bir kafaya sahip olanların hava kanallarının da kısa olduğu ve bu durumun uyurken nefesin kesilmesine yol açtığı belirtiliyor.

Buruşuk kulak memesi: Kulak memelerinde çapraz şekilde buruşukluk olanların kalp hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek oluyor. Ana rahminde yetersiz beslenmenin kulak memesinde bu şekilde buruşukluk oluşmasına yol açtığı tahmin ediliyor.

Asimetrik eller: Sperm sayısının düşük olduğunu gösteriyor. Elleri simetrik olan ve yüzük parmakları uzun olan erkeklerin baba olma ihtimali daha fazla. İngiltere'de yapılan bir araştırmada, sperm sayısı en az olan erkeklerin en asimetrik ellere sahip olduğu görüldü.

Uzun boy: Uzun boylu kadınların meme kanserine yakalanma ihtimali daha yüksek oluyor. Hollanda'da yapılan bir araştırmaya göre, menopoz sonrası kadınlarda normal boyun üzerindeki her 5 cm'de meme kanseri riski de yüzde 7 oranında artıyor. Böylece normal boydan 10 cm uzun olan bir kadının meme kanserine yakalanma riski de yüzde 14 oluyor. Araştırmacılar bu durumu, uzun boylu kadınların ergenlik dönemine daha erken girmesiyle ilişkilendiriyor. Bu da kanserle bağlantısı olan seks ve büyüme hormonundan kaynaklanıyor.

Cömertlik kalıtımsal mı?

Cömertlik kalıtımsal mı?
Cömertlik doğuştan mı yoksa katıtımsal mı? Araştırm sonucu şaşırttı.
İsrailli bilim adamları ve Kudüs Yahudi Üniversitesi Psikoloji Bölümünden araştırmacılar, 203 kişiye davranış testi uyguladı. Araştırma sonucunda, cömertliğin de kalıtımsal olduğu ortaya çıktı.

Her biri 12 dolara sahip bu kişilerden, paranın tamamını ya da bir kısmını adları saklı tutulmak koşuluyla bağışlama eğiliminde olan yarıya yakınının AVPR1 adı verilen gene ya da bu genin değişkenlerinden birine sahip olduğu belirlendi.

“Bildiğim kadarıyla ilk kez cömertlik ve DNA sarmalı arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor” diyen Profesör Ariel Knafo, AVPR1’in beynin cömertlik davranışını güçlendiren bölümüne etki eden arjinin vasopressin hormonunun salgılanmasını sağladığını söyledi.

Araştırmanın sonuçları “Genes, Brain and Behaviour” (Genler, Beyin ve Davranış) dergisinin internet sayfasında yayımlandı.

Bu robot keman çalıyor


Bu robot keman çalıyor

Toyota şirketi, şimdi de keman çalabilen robot üretti.
Japonya'nın bir numaralı otomobil üreticisi Toyota şirketi, keman çalabilen robot üretti.

Robotları stratejik gelişmesinin bel kemiği yapmayı düşünen şirket, teknoloji harikası robotlarını Tokyo'da basına tanıttı.

Yeni robotlar arasındaki insansı "müzisyen" robot, karşısında dizilen insanları kemanından çıkardığı seslerle heyecanlandırdı. Robot; ayakta duruşu, parmak ve vücut hareketleriyle notalarını kusursuz çalarak seyircileri şaşkınlığa sürükledi.

Şirket yetkilisi, otomobil üretiminde 80'lerden beri robot kullandıklarını hatırlatarak, bu alandaki bilgi birikimini, topluma hizmet ve katkı sunacak robotların geliştirilmesi amacıyla kullanmayı düşündüklerini anlattı.

Toyota şirketi, daha önce geliştirdiği "hasta bakıcı robotları", gelecek sene hastanelerde deneme amacıyla kullanmaya başlayacak.
Kaynak:AA

UZAYA NASIL ÇIKILIR

Uzaya çıkamasak da izleriz
Türk bilimi uzaya gidemese de gelişmiş teleskoplarla açığı kapatmaya çalışıyor.
Türk bilimadamları uzayı artık 'robotik teleskopla' gözleyecek. TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG), 2008 ortasında hizmete girecek robotik özelliklere sahip, bir metre ayna çaplı T100 adlı yeni teleskopa kavuşuyor.

ABD'de yaptırılan T100 teleskopunun 6.85 metre çapında ve 2.5 ton ağırlığındaki kubbesi, üretici firmanın yüksek bedel istemesi üzerine TUG teknik ekibi tarafından Antalya Saklıkent'in 2 bin 500 metrelik Bakırlıtepe zirvesine kuruldu.

Bakırlıtepe'deki mevcut teleskop, Rusya ile imzalanan bir protokol çerçevesinde Türk ve Rus araştırmacılar tarafından zaman paylaşımlı kullanılıyor.

Yeni teleskop, tamamen Türk araştırmacıların hizmetinde olacak. Robotik özellikleri sayesinde gerektiğinde uzaktan kullanılabilecek. Teleskopun maliyeti 1 milyon dolar ancak bina, kubbe ve donanımlarıyla rakam 1.5 milyon dolara çıktı.

Kablosuz klavye hackerları

Kablosuz klavye hackerları
Kablosuz klavyeden veri çalınabilir mi? Olur mu demeyin, oluyor!
Güvenlik uzmanları birkaç program çalıştırarak kablosuz klavyelerin aktardığı veriye erişmenin ve bunu metne çevirmenin yolunu buldu.

Normalde şifreli olarak radyo sinyalleriyle aktarılan bu veri çok da uğraşmadan kırılabiliyor. Böylece şirketteki arkadaşınızın neler yazdığını görebilir, hatta ve hatta internet bankacılık şifresini bile çalabilirsiniz. Durum bu derece vahim yani...

Bu işlem için Microsoft'un kablosuz klavyesine saldırı yapılmış. Uzmanlar basit bir radyo alıcısı ve uygun yazılım kullanarak akan veriyi görüntülemiş ve şifrelemeyi kırmış.

Bluetooth giderek artan ordan kablosuz klavyelerde kullanılmaya başlanıyor. 27 MHz radyo sinyalleriyle yapılan iletişimde tehlike daha yüksek.

Dreamlab'in kırdığı modeller Microsoft Wireless Optical Desktop 1000 ve

İnternet telefon TV bir arada

İnternet telefon TV bir arada
İnternet Protokol Televizyonu’nun, Türkiye'de hayata geçirilmesi çalışmaları başladı.
Gelişen teknolojiyle birlikte izleyicinin istediği programı istediği saatte seyredebileceği, televizyon üzerinden grup toplantılarının yapılabileceği, izlenen filmin senaryosunun dahi kumanda tuşları ile değiştirilebilmesine olanak sağlayan İnternet Protokol Televizyonu’nun (IPTV) Türkiye’de de hayata geçirilmesi için altyapı çalışmalarının sürdürüldüğü bildirildi.

RTÜK Üyesi Prof. Dr. İlhan Yerlikaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, modern dünyanın en yaygın araçlarından biri olan televizyonun, IPTV ile yeni bir döneme adım attığını söyledi.

Birçok Avrupa ülkesinde kullanılan IPTV sisteminin ilerde Türkiye’ye de geleceğini belirten Yerlikaya, "sistemin denetimi ile ilgili konular hazırlanmasına devam edilen RTÜK yasasında yer alacak. Sistemle televizyon, internet ve telefon hizmeti tek platform üzerinden verilecek, tek fatura olacak" dedi.

IPTV’nin televizyon yayınlarına IP tabanlı ağlar üzerinden ulaşılarak izlenmesi olarak tanımlandığını ifade eden Yerlikaya, "Ama gelecek bize IPTV teknolojisi sayesinde televizyonun bundan çok daha fazla işlevi olacağını, hayatımızın çok daha içine gireceğini ve eğlence alışkanlıklarımızın nasıl değiştiğini gösterecek" dedi.

İlhan Yerlikaya, RTÜK’ün henüz hazırlık aşamasında olan yeni yasasında, IPTV ve internet yayıncılığı konusunda bölümlerin olacağını dile getirerek, Türk Telekom’un da IPTV konusunda teknik altyapı çalışmalarını sürdürdüğünü bildirdi.

GRUP TOPLANTILARI VE İŞ TOPLANTILARI YAPILABİLECEK

Yerlikaya, IPTV’nin televizyon yayıncılığına getireceği en büyük değişimin kişinin istediği programı istediği saatte izleme imkanı olacağını vurgulayarak, şunları kaydetti:

"İzleyici IPTV kutusu üzerindeki arayüz sayesinde kanalların yayın arşivlerine ulaşarak ilgisini çeken program, dizi, film veya spor karşılaşmalarını izleyebilecek. Bu imkan sayesinde (Televizyonda izleyecek bir şey bulamıyorum), veya (Aynı anda iki kanalda sevdiğim program var, hangisini izleyeceğime karar veremiyorum) devri bitecek.

Çünkü izleyici televizyonu yayın saatine uymak yerine istediği programı istediği saatte izleyebilecek, istediği yerde yayını durdurup geri alabilecek. Bu sistem sayesinde çocuk ve yetişkinlere zararlı olan içeriklerin süzgeçten geçirilmesi ve denetlenmesi daha kolay olacak.

Kullanıcı bu teknoloji sayesinde televizyon üzerinden grup toplantıları ve iş toplantıları da yapabilecek."

TV’DEKİ OYUNCUNUN YEDİĞİ YEMEK SİPARİŞ EDİLEBİLECEK

IPTV sayesinde özel videolar hazırlamak ve bunları kullanıcının diğer arkadaşlarıyla paylaşmasının çok daha kolay olacağını anlatan RTÜK üyesi Yerlikaya, IPTV ile izleyicinin sadece bir kanalda tanıtımı yapılan ürünü değil bir dizide başrol oyuncusunun taktığı gözlüğün benzerini veya restoranda sipariş ettiği yemeği kumanda üzerindeki birkaç tuşa basarak dahi satın alabileceğini, ayrıca tüm bankacılık işlemlerinin ve ödemelerinin yapılabileceğini bildirdi.

Yerlikaya, IPTV’nin kişiye özel yayın yapılabiliyor olmasına, teknik olarak izleyicinin programın gidişine de yön vermesine imkan tanıdığını dile getirerek, "Örneğin izlenen filmin bir yerinde başrol oyuncusunun iki farklı ipucuna göre gideceği yer konusunda bir seçim yapması gerekiyor. Seçimi senarist yerine izleyici kumandadaki bir tuşa basarak yapabiliyor ve filmin akışı bu seçim doğrultusunda devam ediyor. Aynı film farklı tercihlerle defalarca izlenebiliyor. İzleyici en sevilen halini arkadaşlarıyla paylaşabiliyor. Böyle bir filmin hazırlanma maliyeti mevcut filmlerden çok daha yüksek olacak. Fakat bu yöntemin izleyiciye sunacağı eğlence de benzersiz olacak" diye konuştu.

Sanal Sürücü cd

1x Sanal Sürücü Oluşturucu sayesinde bilgisayarınızda bulunan bir yerel klasörü farklı bir sabit diskmiş gibi gösterebilir, sisteminizde sabit disk olarak kullanılmasını sağlayabilirsiniz.

1x Sanal Sürücü Oluşturucu belirteceğiniz bir yerel dizinin (örn. C:\dosyalarım\eklentiler) farklı bir sabit disk gibi görünmesini sağlayabiliyor. Belirttiğiniz bu yerel dizin tanımlayacağınız biçimde sabit disk olarak Bilgisayarım menünüzde görüntüleniyor, ayrıca diğer bağımsız tüm uygulama, program ve çalışmalarınızda bu sanal disklerinizi rahatlıkla sorunsuz kullanabileceksiniz.

Öncelikle oluşturmak istediğiniz sanal diski tanımlayacağınız karakteri seçiyorsunuz (örn. A:\, D:\, E:\, G:\). Daha sonra bu sürücünüzün bağlanacağı klasörün yolunu belirtiyorsunuz (örn. C:\dosyalarım\eklentiler). Daha sonra "Oluştur" düğmesine tıklayarak sanal sürücünüzün oluşturulmasını ve kullanıma hazır hale getirmesini sağlayabiliyorsunuz, üstelik Windows XP, Windows Vista sürümlerinde yeniden başlatmanıza dahi gerek yoktur.

Oluşturduğunuz sanal diske çift tıkladığınızda daha önceden belirtmiş olduğunuz yerel klasöre bağlanacak, buna rağmen adres çubuğu belirlediğiniz sürücü uzantısında kalacaktır. Yani basit bir yönlendirme yapmaktan ibaret değildir.

Dilerseniz oluşturduğunuz sanal disklerden birini, bazılarını yada hepsini "Oluşturulan Sürücüler" düğmesine tıklayarak açılan pencerelerdeki yönergeleri izleyerek kolayca iptal edebilirsiniz, iptal edilen sürücülerde dosya kaybı gibi sorun yoktur, bağlı olduğu yerel klasörde dosyalar mutlaka kalacaktır.

1x Sanal Sürücü Oluşturucuyu; işlerinizi, programlarınızı, resimlerinizi, müziklerinizi düzene koymak için kullanabileceğiniz gibi size hitap eden diğer yöntemleriniz ve işlerinizde de kullanabilirsiniz.
Türkçe 747 KB FREEWARE/Ücretsiz
www.buketforum.com indire bilirsiniz

MODİFİYE SPOR ARABALAR






DODGE VİPER






DODGE VİPER

Çocuk hakları

Çocuk hakları
Çocuk hakları, kanunen veya ahlakî olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu, eğitim, sağlık, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklarının hepsini birden tanımlamakta kullanılan evrensel kavram.
Çocuk hakları, insan hakları kavramının içinde ele alınması gereken bir konudur. Bugün, dünyanın birçok yerinde varolan insan hakları ihlalleri, çocuk boyutunda daha geniş kapsamlı ve büyüyerek, müdahale edilmesi daha zor bir şekilde yer almaktadır. Uluslararası Af Örgütü'nün belirttiğine göre; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, emek sömürüsü, pornografi, şiddet, yasadışılık gibi olumsuz etkenlerin dahilinde, çocuk hakları ihlalleri daha büyük boyutlarda olmaktadır.
Yirminci yüzyılın başlarında çocukların erişkinlerden farklı haklara sahip olduğu, dolayısıyla da bu hakların ayrıca tanınması gerektiği konusunda, değişik ülkelerde farklı hareketler ortaya çıkmaya başlamıştır. Leh eğitimci Janusz Korczak'ın 1919 yılında yayımlanan How to Love a Child (Bir Çocuğu Nasıl Sevmeli) adlı kitabında çocuk haklarından sözetmiştir. 1917 yılında, Ekim Devriminin ardından Proletkult örgütünün Moskova şubesi bir Çocuk Hakları Bildirgesi üretti.[1] Ancak çocuk haklarını savunma konusunda ilk etkili girişim 1923 yılında Eglantyne Jebb tarafından taslağı hazırlanan ve 1924 yılında Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilen Cenevre Çocuk Hakları Bildirisidir. Bu bildirge Birleşmiş Milletler tarafından kuruluşunda kabul edilmiş, 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi olarak güncellenmiş[2] ve 20 Kasım 1989 tarihinde daha geniş olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile değiştirilmiştir. Bu sözleşme, BM üyesi ülkelerin ikisi hariç tamamı yani 193 ülke tarafından kabul edilmiştir.[3][4]Amerika Birleşik Devletleri ve Somali hariç en fazla sayıda ülke tarafından onaylanan insan hakları belgesidir.[5] Birleşmiş Milletler'in 1940'larda kuruluşundan bu yana çocuk hakları hareketi dünya üzerinde her zaman ilgi görmüştür. 20 Kasım günü günümüzde Evrensel Çocuk Günü (Universal Children's Day) veya Çocuk Hakları Günü olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında çeşitli ülkelerde farklı günlerde çocuk günü kutlanmaktadır.
Türkiye'de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ilk olarak Nisan 1929 kutlanmaya başlandı ve bu tarihte örgütlenen 4 bin çocuk ilk kez TBMM'den haklarını talep etti. [6]
Temel çocuk hakları
Sağlıklı yaşam hakkı
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin çok sayıda maddesi çocukların sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini desteklemektedir. Sözleşme'nin 6. maddesine göre her çocuk esas olarak yaşama hakkına sahiptir.[7] İlaveten, 24. madde gereğince her çocuk ulaşılabilir en yüksek sağlık standartlarından yararlanabilmelidir; gerekli tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinden faydalanabilmelidir.[8] İhmal edilen, terkedilen, istismara uğrayan ya da işkenceye tâbi tutulan çocukların iyileştirilmesi ve yeniden topluma kazandırmasından devletler sorumludur.[9]
Diğer temel çocuk hakları
Sözleşmeye göre, her çocuğun, temel yaşam hakkının yanında, nüfus kütüğüne kaydolma, isim, vatandaşlık ve mümkün olduğu ölçüde anne-babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkı vardır. Buna paralel olarak, taraf devletlerin, çocuğun kimliği, tabiiyeti, isim ve aile bağları dahil olmak üzere her türlü koruma hakkına saygı gösterme ve bu konularda yasa dışı müdahalelerde bulunmama yükümlülüğü bulunur.
Şikayet hakkı
İsveç, Finlandiya ve Ukrayna başta olmak üzere pek çok ülke, çocuk haklarını korumaya yönelik şikayet merciileri oluşturmuştur. Çocuk hakları ihlallerinin değerlendirilmesine yönelik ilk şikayet mercii, 1981 yılında Barneombudet adı altında Norveç'te kuruldu.[10] Başlıca görevleri arasında tehlike altında olan çocukların güvenliğini sağlamak, çocukların toplum içinde söz sahibi olmalarını teşvik etmek ve eğitim, sağlık, kültür gibi konuları esas alarak çocukların içinde yetiştikleri koşulları denetlemek olan ombudsman,[11] yasalar çerçevesinde bağımsız ve tarafsız[10] olarak hareket etmektedir. Ukrayna, dünyada çocukları bu merciiye atayan ilk ülkedir. 2005 yılı sonlarında göreve başlayan Ivan Cherevko ve Julia Kruk, bu ülkede hizmet veren ilk çocuk hakları ombudsmanları olmuştur.
Çocuk hakları ihlalleri
Çocuk işçiliği
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'nin 9. maddesi, çocukların her türlü istismar, ihmal, ve sömürüye karşı korunmasını ve hiçbir şekilde ticaret konusu olmamasını beyan etmektedir. Ayrıca, çocukların uygun bir asgari yaştan önce çalıştırılmamasını, sağlığını ve eğitimini tehlikeye sokacak fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişmesini engelleyecek bir işe girmeye zorlanmamasını gerektirmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü'nün verilerine göre dünya genelinde 200 milyondan fazla çocuk işçi bulunuyor.Bu ülkelerin başın da Hindistan geliyor.[12] Çocuk işçiler için en tehlikeli sektörler arasında tarım, inşaat ve madencilik yer alıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü, yaşları 5 ila 14 olan 132 milyon çocuğun tarım sektöründe çalışmaya zorlandığına ve bu nedenle eğitim ve sağlık olanaklarından yoksun kaldığına dikkat çekiyor.[12] Ayrıca çocukların mafya ve çetelerin elinde; zorla gasp ve yankesicilik suçlarına yönlendirilmesi, duygusal istismarı göz onünde bulundurarak dilenciliğe teşvik ettirilmeleri verilecek örneklerden bazılarıdır.
Çocukların yaşama hakkının ihlali
2003’ten bu yana, çocukken işledikleri suçlar nedeniyle Çin, İran ve ABD’de altı kişi idam edildi. Pakistan, Filipinler ve Sudan’da da çocuk suçlular infazı bekliyor. İran'da halen çocuk idamları sürmektedir.[13] Uluslararası Af Örgütü yetkilileri, "Bir dizi insan hakları ihlalinden kurtulan kaçırılmış kadınlar ve kız çocuklar, kaçakçıların ellerinde ikinci bir dizi ihlale maruz kalmaktalar. Bundan da kurtulmayı başarsalar bile bu kez de, çoğu zaman üçüncü bir dizi ihlale maruz kalmaktalar. " açıklamasını yapmışlardır.
Savaş milyonlarca çocuk için gündelik hayatın bir parçasıdır. Bazıları başka bir yaşam tarzı tanımamış, bazılarının dünyası da savaşların ortaya çıkışıyla alt üst olmuştur. Bu etkilerin sonucunda sayısız çocuk ölmüş, bir çoğu da sakat veya öksüz kalmıştır. Birçokları aç kalmış veya açlıktan ölmüştür. Milyonlarcası sevdiklerinden ayrılarak mülteci ya da yerinden-yurdundan edilmiş olarak, yollara dökülmeye zorlanmıştır. Çoğu; şiddet, korku ve zorluk dolu ortamda travma içinde yaşamaktadır.
Binlerce çocuk cinayetlerde rol oynamaktadır. Eğitim hakkından yoksun kalan çocukların, topluma genel olumsuz etkisinin yanısıra, suça eğilimli bireyler olma oranı yüksektir. Çoğu güvenlik güçleri ve silahlı muhalif güçler tarafından işe alınmış, diğerleri ise başka seçenekleri olmadığını düşündüklerinden gönüllü olmuşlardır. Deneyimsiz, korkusuz oluşları ve özellikle zor görevlerde kullanılmaları dolayısıyla çocuk askerler arasındaki ölü ve yaralı oranı çok yüksektir.
Kuzey Afrika ülkelerinde, açlık, salgın hastalıklar ve susuzluk nedeniyle ölenlerin başında çocuklar gelmektedir.
Yine UNICEF'in hazırladığı bir rapora göre çocuk ölümleri yapılan çalışmalar sonucan giderek azalmaktadır. Buna göre dünyada 5 yaşından küçük ölen çocukların sayısı 2006’da, yılda 10 milyon barajının altına inerek 9,7 milyona düştü. Rapora göre Fas, Vietnam ve Dominik Cumhuriyeti’nde 5 yaşından küçük çocukların ölüm oranının üçte birin üzerinde, Madagaskar’da yüzde 41, Sao Tome ve Principe Demokratik Cumhuriyeti’ndeyse yüzde 48 azaldı. Bütün bu gelişmelere rağmen Orta ve Batı Afrika’nınsa çocuk ölümlerinin en fazla görüldüğü bölgeler olmaya devam etmektedir. [14]BM Nüfus Fonu'na göre Afrika kıtasında 5 yaşın altındaki her 1000 çocuktan 155’inin öldüğü belirtilirken bu çocukların büyük çoğunluğu kızamık, tetanos ve çocuk felci gibi, aşısı olan hastalıklar yüzünden ölüyor.[15]
Türkiye'de bazı kültürel anlayışların benimsediği töre kavramlarından ötürü, çocuklar töre kurbanı olmaktadır. Ayrıca ailelerin çocukları arasında kız-erkek ayrımı yapması, çocuk hakları ihlallerine verilebilecek örneklerden birisidir. Kız çocukların okutulmaması, onların başlık parası adı verilen ücret karşılığında evlendirilmesi, çocuk hakları ihlallerine çarpıcı bir örnektir.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun belirlediği verilere göre, 2006 yılı içinde yaklaşık 250 bin çocuk silahlı çatışmalara sokuldu ya da bu amaçla silahlı gruplara dahil edildi.[16] Çocukların asker olarak savaş alanlarında kullanılması Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu olarak tanımlanıyor.[16] Buna rağmen Burma, Burundi, Fildişi Sahili, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Somali, Sudan, Çad, Filipinler, Kolombiya, Nepal, Sri Lanka, Uganda, Afganistan, Angola, Gine-Bissau, Liberya, Mozambik, Ruanda ve Sierra Leone gibi ülkelerde çocuklar asker olarak kullanılmaya devam ediyor.
Hamburg Üniversitesi'nin gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre çocuklar dövülen, vurulan ve tecavüze uğrayan insanların şiddet sahnelerine tanık olup savaşmaya ve adam öldürmeye teşvik ediliyorlar. Bu araştırmada yer alan 169 çocuk ve gencin yaklaşık üçte birinin travma sonrasında gelen stres bozukluğu ile yaşadıkları tespit edildi.[17]

TOKAT,NİKSAR (Tarihte Niksar )

TOKAT,NİKSAR
Tarihte Niksar
Pers İmparatorluğu’nun sona ermesiyle kurulan Pontus Krallığı döneminde Caberia adıyla anılan Niksar; Sayfiye alanlarına pek çok tapınak, saray ve yerleşim birimi inşa edilmiştir. M.Ö. 72 yıllarında Romalılarla Pontuslular arasında cereyan eden Mithridat savaşlarının üçüncüsü Niksar’da yapılmış ve şehir Romalıların eline geçmiştir.
Niksar, Romalılar döneminde Diospolis, Sebaste ve Neocaeserea gibi isimlerle anılmıştır. Bugün kullanılan Niksar adının, Neocaeserea’dan kısaltıldığı görüşü ağır basmaktadır. 1672 yılında Niksar’a gelen Evliya Çelebi ise Seyahatname’sinde;
“Bu Niksar’ın doğusu Nik Hisar, yani iyi hisar olup hafifletmek suretiyle yanlış olarak Niksar denir” demektedir.
Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395 yılında ikiye bölünmesiyle Niksar, Bizans egemenliğine girmiştir. XI. yy.da Türklerin Anadolu’ya yaptıkları akınlarda 1067 yılında Alp Arslan’ın komutanlarından Afşin Bey tarafından fethedilmiş, ancak 1068 yılında tekrar Bizans’ın eline geçmiştir. Malazgirt Savaşı sonrasında ise Artuk Bey tarafından fethedilen Niksar, 1073’te tekrar elden çıkmıştır.
Niksar’ın asıl fatihi Danişmendli Devleti’nin kurucusu olan Melik Danişmend Gümüştekin Ahmet Gazi olmuştur. Danişmend Gazi fetihten sonra Niksar’ı sahil Rumlarına karşı mücadelede kendisine hem bir üs hem de bu devletin başkenti olarak seçmiştir. Bu dönemde Niksar ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir.
1175’te II. Kılıçaslan zamanında Selçuklu topraklarına katılan Niksar, Moğol istilası ile 1341’de önce Eretna Devleti’nin daha sonra da Tacettinoğulları Beyliği’nin hâkimiyetine girmiş ve bu beyliğin merkezi olmuştur.
1387 yılında Niksar’ı ele geçiren Kadı Burhaneddin’in bir savaşta öldürülmesi üzerine bölge halkı Yıldırım Beyazıt’tan yardım istemiş ve Yıldırım Beyazıt’ın oğul Süleyman Çelebi 1398’de Niksar’ı Osmanlı topraklarına katmıştır.
Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon seferi, Yavuz ve Kanuni’nin doğu seferleri sırasında uğradıkları tarihi şehir, Osmanlıların son yıllarında Tokat Sancağı’na bağlı bir kaza merkezi olarak varlığını sürdürdü.
Tarihi geçmişinin simgesi olarak Roma, Bizans, Selçuklu, Danişmendli ve Osmanlı Devleti’nden kalma pek çok eser hala şehrin tabii bir parçası olarak ayaktadır. İstiklal Savaşı sırasında Rum ve Ermeni çetelerinin baskılarıyla karşılaşan Niksar, diğer taraftan memleketimizi işgal eden düşmanlara karşı, 16 Haziran 1919’da İzmir’in işgalini protesto etmek amacıyla Anadolu’daki ilk mitinglerden birini gerçekleştirerek Cumhuriyetten bugüne kadar varlığını sürdürmektedir.
20 Haziran 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine Tokat’taki ilk miting Niksar’da yapmıştır. Binlerce kişinin katıldığı miting sonunda Redd-i İlhak Cemiyeti Reisi Hacı Mahir Bey’in imzası ile İtilaf Devletleri temsilcilerine aşağıdaki metinle telgraf çekilmiştir.
“Niksarlılar; hukukun hamisi olduğunu iddia eden Wilson’a ve diğer devletlere müracaat ediyoruz. Artık bizim feryadlarımıza kulak tıkamayınız. Bizim tamamiyeti mülkiyemize mevcudiyeti milliyemize tecavüze devamı kasdediyorsanız en kısa yol bizi öldürmektir. Geliniz, öldürünüz. Biz Türk olarak en küçük vatan parçasının Türk kalmasını istiyoruz, siz de buna söz vermiştiniz. Şimdi ise sözünüzde durmadığınızı görüyoruz. Anadolu’ya uzatılacak bir tecavüz bizi öldürmek için uzatılan bir adımdır.”
Tarihi eserleri
• Talazan Köprüsü
• Çöreğibüyük Camii
• Ulu Cami
• Yağıbasan Medresesi
• Melikgazi Türbesi
• Kırgızlar Kümbeti
• Akyapı Kümbeti
• Kolag Kümbeti
• Leylekli(Yılanlı) Köprü
• Hüseyingazi Köyündeki Kaya Mezarı
Coğrafi Konum
Niksar'ın rakımı ortalama 350 metre olup kuzeyinde Canik Dağları, güneyinde Dönek Dağı ve bu iki dağın arasında ise Niksar Ovası yer almaktadır. Canik Dağları Karadeniz’e paralel uzanan platolarla kaplıdır. Bu platolardan Çamiçi Yaylası yalnız Niksar’ın değil Tokat’ın da en önemli yaylalarındandır.
Akarsular bakımından oldukça zengin olan Niksar topraklarını Kelkit Çayı ve bu çayın irili ufaklı kolları sular. Kelkit Çayı’nın suladığı ve taşıdığı alüvyonlarla bereketine bereket kattığı Niksar Ovası, Karadeniz Bölgesi’nin en önemli ovalarından birisidir.
Tarım arazisi bakımından elverişli bir ovaya sahip olan ilçenin %53’ü orman ve fundalıklarla, %12’si çayır ve meralarla kaplıdır. İlçe topraklarının %32’si ekilip dikilirken, yalnızca %3’ü tarıma elverişli değildir.
Niksar’ın kuzeyindeki yüksek kesimlerde kayın, çam, gürgen, ladin; alçak kesimlerdeki düzlüklerde kavak ve söğüt; ovada otsu bitkiler; vadilerde ise meyvelikler bitki örtüsünü oluşturur.
Dağ ve ormanlarda yaşayan başlıca av hayvanları sansar, tavşan, kurt, tilki, vaşak, ayı ve domuzdur. Kuş türleri içinde ise keklik, yaban ördeği ve bıldırcın önemli yer tutar.
Niksar’da Orta Karadeniz Bölümü iklimiyle, İç Anadolu İklimi arasında bir geçiş iklimi görülür. Kışlar genellikle ılık ve yağışlı, yazlar sıcak geçer. Her aya yağış alan ilçenin yıllık yağış ortalaması 475,2 mm, yıllık sıcaklık ortalaması ise 14,7°C’dir.
Ekonomik ve Sosyal Hayat
İlçede ekonomik hayat geniş ölçüde tarıma dayalı olmakla birlikte, son yıllarda sanayide de önemli ölçüde ilerlemeler kaydedilmiştir. Kelkit ırmağının suladığı Niksar ovası tümüyle tarıma ayrılmıştır. Ayrıca Karadeniz ile İç Anadolu arasında bir geçit bölgesinde yer alan ilçede iklim şartları da tarımsal üretime elverişli bir ortam yaratır. Ekime elverişli alanların % 37,8 gibi büyük bir bölümünde tahıl üretimi yapılmaktadır. İlçede tahıl üretimi yapılan alanları sırasıyla meyvelikler, endüstri bitkileri, sebzelikler ve baklagil üretimi yapılan alanlar izlemektedir. İlçede yetiştirilen başlıca tahıllar; buğday, arpa ve mısırdır. Bunun yanında şekerpancarı, tütün, ayçiçeği, patates ve mahlep gibi sanayiye hammadde olan ürünlerde üretilmektedir. İlçede en çok yetiştirilen meyveler; üzüm, elma, kiraz, şeftali ve cevizdir. Cevizin Niksar’da önemli bir yeri vardır. İlçe ekonomisine büyük bir katkı sağlayan ceviz, kırım atölyelerinde içleri çıkarıldıktan sonra genellikle yurtdışına satılmaktadır.

Niksar orman varlığı açısından Tokat’ın en önemli ilçesidir. Tokat’taki ormanların % 48,9’u Niksar ilçesi sınırları içerisinde kalır. Niksar’da büyük ölçüde kavak üreticiliği de yapılmaktadır.
Çamiçi Yaylası ile yayla turizminin önemli merkezlerinden biri olma yolunda ilerleyen Niksar geçimşte düzenlemiş olduğu Yayla Şenlikleriyle bu konuda önemli adımlar atmıştır.
Önceleri daha çok tarıma ve küçük sanayiye dayanan sanayi yapısı günümüzde büyük ölçüde gelişme göstermiş, başta gıda, konfeksiyon, dokuma ve ağaç işleme sanayiinde birçok işyeri kurularak önemli ölçüde istihdam sağlayan teşebbüsler haline gelmiştir.
Dünyanın en yumuşak ve içimi en leziz olan Niksar Ayvaz Suyu’nunda ilçe ekonomisine büyük bir katkısı vardır. Dolum tesislerinde şişelenen sular yurdun her bölgesine dağıtılmaktadır.

BAŞÇİFTCİLİK,TOKAT

BAŞÇİFTCİLİK,TOKAT
Başçiftlik, Tokat ilinin bir ilçesidir.
Başçiftlik İlçesi coğrafi konum olarak Kelkit Çayı bir eşkenar üçgenin tabanı kabul edilirse,Reşadiye-Niksar tabana bitişik köşeleri, Başçiftlik'te taban karşısındaki köşede yer alır. Diğer bir ifadeyle Başçiftlik, Kuzeyinde Ordu iline bağlı Aybastı ilçesi,doğusunda Reşadiye ilçesi,güneyinde Niksar İlçesiyle çevrilmiş olup,yaklaşık toplam 130 Km2 8217;lik mülki sınıra sahiptir. Yaklaşık olarak 37 derece,17 dakika doğu meridyenleri ile 40 derece,28 dakika kuzey enlemleri arasında yer alır. Başçiftlik Canik dağları üzerindeki havzanın batı kısmında yer alır. Bu havza doğuya gidildikçe genişler. Yörede İskevsür ovası olarak adlandırılan bu havzada yaklaşık 15&;e yakın köy ve kasaba yer alır. Bu havzanın kuzey ve güney kısımları canik dağlarının yüksek tepeleri ile kaplıdır. Denizden yüksekliği 1425 metre olan Başçiftlik 8217;in batısında büyük Çal tepesi, kuzeyinde Çartıl, Sivrilce güneyi ise Karaçam ormanlarının bulunduğu yüksek tepelerle çevrilidir. Doğusu düzlük alanlarla kaplıdır. Bu düzlük Bereketli ve Bozcalı Kasabalarına kadar devam eder.
Tarihi
İlçenin İlkçağ ve kuruluş tarihi ile ilgili yeterli ve kesin bilgi bulunmamaktadır. Yörede Arkeoloji kazıları ve yüzey araştırması yapılmamıştır. İlçenin kuruluşu ile ilgili bazı söylentiler bulunmaktadır. Ancak bunlar da belgelere dayanmamaktadır. Bir söylentiye göre ilçe, Fatih Sultan Mehmet’in(1461) Trabzon Rum-Pontus Devleti’ne açtığı seferden sonra kurulmuştur. Bir diğer söylentiye göre de Niksar ilçesinin doğusundaki Ayvazönü Mevkiine yakın bir yerde kurulmuştur. Nitekim o zamanki Başçiftlik mezarlığı da aynı isimle anılmaktadır.
Niksar çevresindeki bataklıklardan ve sivrisineklerden rahatsız olan halk doğuya doğru giderek ormanlık ve akarsuların bulunduğu bugünkü Başçiftlik ilçesinin olduğu yere yerleşmişlerdir. Bunlar geri döndüklerinde “Öyle bir yer bulduk ki, otu sümbül, kuşu bülbül” diye methetmişlerdir. Bunun üzerine köy halkından öncelikle beş hane, ardından da diğerleri buraya gelmiştir. Bu beş haneden ötürü de Beşçiftlik ismi bu yerleşime yakıştırılmış, zamanla bu isim Başçiftlik’e dönüşmüştür.
İdari durumu
İlçe merkezi 1968 yılına kadar köy merkezi olarak, 1968 yılından sonra da belediye teşkilatının kurulmasıyla kasaba olarak örgütlenmiştir. 1990 tarihinde ise ilçe olmuş, kaymakamın atanmasıyla teşkilatlanmaya başlamıştır.
İlçede bir adet merkez belediyesi, 3 mahalle ve bağlı 8 köy 2 kasaba bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Alanköy, Asar, Aydoğmuş, Dağüstü, Erikbelen, Sarıağıl, Şahnalan ve Yeşilçam köyleridir.Kasabaları ise Karacaören ve Hatipli Kasabalarıdır.
İlçenin kurulmasından bu yana İlçede; henüz teşkilatı bulunmayan daireler Adliye ve Emniyet Teşkilatı ile Askerlik Şubesidir. İlçenin kuruluşu ile beraber “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı” ve "Başçiftlik İlçesi Köylere Hizmet Götürme Birliği" kurularak faaliyete geçirilmiştir.
Ayrıca İlçede bir banka şubesinin bulunmaması hem ilçe halkı hem de başta Maliye teşkilatı olmak üzere bütün kamu kurumlarını olumsuz yönde etkilemektedir.
İlçedeki İdari birimlerle halk arasında herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Genel olarak asayişe müessir olayların olmaması ve halkın kamu hizmetlerine katkısı dilek, ve şikayetlerini rahatlıkla yönetim kademelerine iletmeleri olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Bölge halkı kanunlara saygılı, devlet büyüklerini, amir ve memurlarını seven ve sayan munis tabiatlı, yardım seven kişilerdir
Sosyal durumu
İlçe kırsal bir bölge olduğundan sürekli göç veren bölge konumundadır. Ancak yapılan nüfus sayımları sırasında İlçe nüfusuna kayıtlı olup, başka bölgelerde oturan insanların ilçemize gelerek, nüfus artış hızına pozitif yönde etki ettikleri görülmektedir. İlçemizde sanayi sektörü olmadığından genç nüfus büyük kentlere göç etmekte ve ilçede yaşayan nüfus her geçen gün azalmaktadır. Kalan nüfus genelde yaşlı ve kadın nüfustur. Önümüzdeki yıllarda istihdama yönelik çalışmalar yapılamayıp aynı hız ile göç devam ederse on yıla kadar bu gün yaşayan nüfusun yarısına düşeceği tahmin edilmektedir.
İlçe kırsal bir bölge olduğundan sürekli göç veren bölge konumundadır. Ancak yapılan nüfus sayımları sırasında İlçe nüfusuna kayıtlı olup, başka bölgelerde oturan insanların ilçemize gelerek, nüfus artış hızına pozitif yönde etki ettikleri görülmektedir. İlçemizde sanayi sektörü olmadığından genç nüfus büyük kentlere göç etmekte ve ilçede yaşayan nüfus her geçen gün azalmaktadır.
Kalan nüfus genelde yaşlı ve kadın nüfustur. Önümüzdeki yıllarda istihdama yönelik çalışmalar yapılamayıp aynı hız ile göç devam ederse on yıla kadar bu gün yaşayan nüfusun yarısına düşeceği tahmin edilmektedirİlçe kırsal bir bölge olduğundan sürekli göç veren bölge konumundadır. Ancak yapılan nüfus sayımları sırasında İlçe nüfusuna kayıtlı olup, başka bölgelerde oturan insanların ilçemize gelerek, nüfus artış hızına pozitif yönde etki ettikleri görülmektedir. İlçemizde sanayi sektörü olmadığından genç nüfus büyük kentlere göç etmekte ve ilçede yaşayan nüfus her geçen gün azalmaktadır. Kalan nüfus genelde yaşlı ve kadın nüfustur. Önümüzdeki yıllarda istihdama yönelik çalışmalar yapılamayıp aynı hız ile göç devam ederse on yıla kadar bu gün yaşayan nüfusun yarısına düşeceği tahmin edilmektedir Türkiye için ve Başçiftlik'e has olarak, hayvancılığın geliştirilmesi ve eski seviyesine getirilmesi ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayacaktır. Mera hayvancılığı için eşsiz bir alanı vardır. İlçe çevresi için de bu söylenebilir. Koyun ve sığır sayısı bugün için çok az olmakla beraber geliştirici çalışmalara önem verilmektedir.
Başçiftlik merkezinde, Karacaören, Alan ve Dağüstü köylerinde 20.000'e yakın koyun ve 8000'e kadar da sığır mevcuttur. Bu arada et tavukçuluğu "Koy-Tür" tipi denemelerde yapılır. Arıcılık, ilkbahar ve yaz ayları için, Başçiftlik ve yaylaları, özel bala müsaittir.
Çayır ve otlaklar Başçiftlik ve Karacaören için Türkiye'de örnek gösterilecek durumdadır. Ayrıca buralarda sulu tarım da oldukça yaygındır. Meyvecilik azdır, daha çok Güney'de ki köy gruplarında oldukça yaygındır. Armut ve elma yetiştiriciliğinden söz edilebilir.
Toprağı bereketlidir". Ortalama rakımı 1,400 m. olan Başçiftlik, bu yüksekliğe rağmen oldukça bereketli topraklara sahiptir. "Katırbeli" nin bir yanı, "Kümbet Kırı"na kadar uzanır. Burası hayvancılığa çok müsait, kekik karışımı çimenlerin işgalindedir. Bu geniş alan, hayvancılık ve arıcılık için bulunmaz bir hazinedir. Patates yetiştiriciliği Baçşiftlik içinde söylenir.
Sebze olarak herkes kendi ihtiyacının bir kısmını karşılamakta ve bunun yanında fasulye ve lahana ekimi de yapılmaktadır.İlçe ve bağlı köylerinde mevcut (50.000) dekar arazinin yaklaşık 33.185 Da.da buğday, 4.867 Da.da arpa, 5.241 Da.da patates, 5.494.Da.da fiğ, 882 Da.da mısır, 353.Da.da nohut,278 Da.da yeşil fasulye tarımı yapılmaktadır. İlçemizde bitkisel üretimin sınırlı yapılmasından dolayı hayvancılık ön plana çıkmıştır. Bu gün itibarıyla ilçemizde 7500 adet büyükbaş 8.000 adet küçükbaş hayvan varlığı mevcuttur.
Başçiftlik ekonomisi %30 nispetinde halıcılığa dayanmaktadır. 1971 yılında gerçekleştirilen halıcılık çalışmaları büyük bir ivme kazanarak çevreye dağılmış, hatta ilçemize yakın vilayetlere ve bölgelere dağılmış büyük bir iktisadi potansiyel oluşturmuştur. İlçemiz halıcığının hızı 1990 Körfez krizinden sonra gerilemiştir. İlçemiz de daha önceki yıllarda ekonomi %75 halıcılığa dayalı iken bu gün %30 seviyelerine gerilemiş, buna paralel olarak da İlçemiz ekonomisi zayıflamıştır. Önceki yıllarda İlçemiz merkezinde 1200 olan tezgah sayısı bu gün 300 civarlarına inmiştir. Dolaysıyla halı üretimi de gerilemiştir. Halıcılığın gerilemesinde 3 ana unsur etkisini hala devam ettirmekte olup, bunlar malzemede bozulma imalatta bozulma ve ihracatta tıkanma şeklinde kendini göstermektedir. Buna rağmen ilçemiz halıcığın merkezi olma hüviyetini korumaktadır. Üretilen halıların %95”i ihraç malıdır.

REŞADİYE, TOKAT

REŞADİYE, TOKAT
Tarihi
Eski Kapadokya arazisi elden ele geçmiş, değişik milletler bu arazide medeniyetler kurmuşlardır. Sırasıyla Hititliler, Persler, Makedonyalılar, Mithridat, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Danişmendliler, Kadı Burhanettin ve Akkoyunlular bu bölgede hüküm sürmüşlerdir. Sonraları da bu arazi Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiştir.
Reşadiye’nin eski ismi olarak bilinen İskefsir’in tarihi 15. yüzyıla kadar gitmektedir. Bu bölgeden geçerek Erzurum’a giden yine aynı güzergahtan İstanbul’a dönen meşhur Türk gezgini Evliya Çelebi Seyahatname'sinde bu bölgeden bahsetmektedir. O yüzyıllarda Doğu ile Batı arasında kara ulaşımının yapıldığı Şark Yolu diye adlandırılan yolun Reşadiye’den geçtiği Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde belirtilmektedir. Bu yol üzerinde eskiden kalma büyük mezarlıklar halen mevcuttur.
Reşadiye’nin coğrafi özellikler bakımından çam ormanlarıyla kaplı olması, kışın sert geçen iklim koşullarından fazla etkilenmemesi, köylerin konumuna göre merkezi bir yerde olması, sağlığa yararlı kaplıcalarının bulunması, Kelkit Vadisi üzerindeki Şark Yolunun buradan geçmesi ilçe merkezi olarak seçilmesini etkileyen nedenlerdir.
1939 yılında 26 Aralık’ı 27 Aralık’a bağlayan gece sabaha karşı tarihte Erzincan Depremi olarak da bilinen deprem Reşadiye ve köylerinde etkili olmuş ve bu depremde Reşadiye’de ayakta tek bir bina kalmamıştır. Bu haliyle ilçe merkezi ve köyleri uzun bir süre kendi kaderine terk edilmiştir. Köylerle birlikte toplam 2100 kişinin öldüğü resmi kayıtlarda mevcuttur. Zamanın Tokat valisi İzzeddin Çağpar, ilçe Kaymakamı Necati Gökmoğol ve oluşturulan kurulun uzun tartışmaları sonucu yeni Reşadiye’nin yerleşim yeri eski yerleşim yerinin kuzeyine dağ eteğine kaydırılmıştır.
1966 yılından sonra zamanın idarecilerinin yoğun çalışmaları ve Reşadiye halkının da katkılarıyla yeni bir atılım ve yapılanma ortaya çıkmış, önce maddi sorunlar aşılıp, günün şartları içinde son derece önemli yatırımlar gerçekleşmiştir.
1970’li yıllarda tüm Türkiye’de olduğu gibi Reşadiye de yurt dışına çok sayıda işçi göndermiştir. Bu işçiler kazançlarını ilçelerine aktarmışlar böylece ilçe merkezi hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir.
Bugüne kadar Reşadiye’de Romalılara, Bizanslılara ve Türklere ait çeşitli seramik eşya, sikke, yayla ve köylere yayılmış tarihi mezarlar bulunmuştur. Köylerde yer yer bozulmuş kale kalıntılarına rastlanır. Çoğunun temel harabeleri kalmıştır. Göllüköy, Çamlıkaya, Saraydüzü, Kalecik, Mengen Kalesi, Kaledüzü, Kızılcaören, Turaç Köyü yaylasında Bizans dönemine ait olan ve sonraları Müslümanların da defnedildiği tarihi bir mezar alanı vardır.
İstatistiki bilgiler
• Kuruluş yılı: 1906
• Toplam nüfus: 101.775
• İlçe nüfusu: 16.389
• Yüzölçümü: 1.162 km²
• Belediye sayısı: 15
• Köy sayısı: 77
Coğrafi bilgiler
Reşadiye, Orta Karadeniz Bölgesinde yer alır. Doğusunda Koyulhisar ve Mesudiye; batısında Niksar ve Başçiftlik; kuzeyinde Aybastı ve Gölköy; güneyinde Almus ve Doğanşar ilçeleri bulunmaktadır.
Coğrafi olarak 400 31' kuzey enlemleri ile 370 06' doğu boylamları arasında bulunmaktadır.
Kelkit Irmağı kıyısında kurulmuş bulunan Reşadiye'nin en yüksek tepesi 2.183 metre ile Erdem Baba Tepesi'dir. Bunu, Küçük Erdem Tepesi (2.113 metre), Kabaktepe (2.037 metre), Çal Tepesi (2022 metre), Mektep Tepesi, Tömbük Tepesi ve Lalelik Tepesi izler. Bu yüksekliklerin tümü Günüş Dağı'nda bulunmaktadır.
İlçenin arazi yapısının dağlık olması nedeniyle geniş ovası bulunmamaktadır. Ancak ovacık, meydanlar, yazı ve düzlükleri ekim ve dikime müsaittir. Reşadiye ilçesi yaylalar yönünden oldukça zengindir. 44 yaylanın içerisinde en çok bilinen yaylası Selemen yaylasıdır.
İlçede kenarında kurulduğu Kekkit Çayı dışında Tozanlı Çayı, Delice Çayı, Tombalak, Köy ve Reşit dereleri mevcuttur. Ayrıca doğal güzellikler bakımından zengin olan Zınav, Göllüköy, Gödölöş, Kurt, Gındıralı, Mehmetbey ve Sülük gölü de Reşadiye'nin coğrafi zenginlikleridir.
İklim
İklim bakımından İç Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinin geçiş noktasında bulunan Reşadiye'de, yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve sert geçmektedir. İlçe merkezinin kış aylarında fazla kar tutmamasına karşın yüksek rakımdan oluşan ilçe genelinde kış şiddetli geçmektedir.

ERBAA,TOKAT

ERBAA,TOKAT
Erbaa adı
"Erbaa" kelimesi, Arapça olup "dört" anlamına gelmektedir. Resmi kayıtlarda 18. yüzyılın başlarından itibaren Erbaa adının kullanıldığı görülmektedir. Bir ara bu kelime "Nevahi-i Erbaa" şeklinde kullanılmıştır. O dönemlerde Niksar Amasya arasında en önemli yerleşim brimleri; Erek, Karayaka, Sonusa (Uluköy) ve Taşabat (Taşova) idi. Nüfus yönünden ancak birer nahiye büyüklüğünde ve aynı bölgede olmalarından hepsine birden Nevahi-i Erbaa yani "dört nahiye" deniliyordu. Hatta tahakkuk eden vergiler de bu isimle kaydediliyordu. H.1256/M.1840 da, Erbaa adıyla maruf dört nahiyenin (Erek, :Karayaka, Sonusa, Taşâbat) vergisi 47ı243 kuruş olarak resmi evraka geçmiştir. Buna göre Erbaa; Erek, Karayaka, Sonusa ve Taşâbat'ın genel bir adı olmuş, dördü birden sanki bir kaza (ilçe) görünümünü almıştır. Hatta resmiyette Kaza-i Erbaa tabiri de kullanılmıştır
Erbaa ilçesi orta Karadeniz Bölgesinde Tokat iline bağlı olup Yeşil ırmak Havzası üzerinde kurulmuş şirin bir ilçedir. Matematiksel konumu 40,15, ve 40,45 enlem dairesi ile 36,15 ve 36,45 boylamları arasında olup, yüzölçümü 1111 km2 dir. Konumu itibari ile Karadeniz ve İç Anadolu bölgeleri arasında bir geçiş alanıdır. Kuzeyden Samsun’un Çarşamba ilçesi ile Ordu ilinin Akkuş ilçesi, batıdan Amasya’nın Taşova ilçesi, doğudan Tokat’ın Niksar ilçesi güneyden Tokat merkez ve Güneybatıdan Turhal ilçesi ile çevrilidir. İlçenin üzerinde bulunduğu ovanın Kuzeyinde Canik Dağı içerisinde değerlendirilen Karınca dağı, Güneyinde Sakarat ve Boğalı dağları, doğu ve batısında da bu dağların uzantıları bulunmaktadır. İlçe merkezinin deniz seviyesinden yüksekliği 248 m.dir
Dağları
Erbaa’nın kuzey kısmında yer alan Karınca dağı ile Güneyindeki Sakarat ile Boğatlı dağları aynı zamanda içerisinde oluşmuş, bu dağlar Kuzey Anadolu dağ silsilesi içerisinde bulunmaktadır. Bu dağlar oldukça engebeli olup, profilleri asimetrik konumdadır. Dağların ortalama yüksekliği 1000 m. ile 1500 m arasında değişmektedir.
Ovaları
Erbaa ovası bir elips biçiminde olup, 32 km uzunluğunda, 10 km genişliğindedir. Yüksekten bakıldığında eski bir su birikintisinin bıraktığı düz bir alanı andırır. Ova yaklaşık olarak doğu-batı istikametinde, paralel olarak uzanan faylar arasında kalmış, birbirlerinden eşiklikle ve boğazlarla ayrılmış, boğum boğum bir diziliş gösteren, tabanı krater alüvyonları ile örtülmüş bir fay olup, çöküntü ovası görünümündedir.
İklimi
Erbaa’da mevsimler tüm hükmünü icra edemeden birbirinden diğerine geçmektedir. Bu durum bölgenin iklim tipinin belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Kimi coğrafyacılara göre Erbaa’da kara iklimi ile ılıman iklim arasında kalan geçit iklimi olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle bölgede kışlar yağışlı ve ılık geçmektedir. Erbaa da en uzun mevsim Sonbahardır. Yazın en sıcak aylar temmuz ağustos ayları olup 36-39 derecedir. Kışın en soğuk aylar ocak ve şubattır. Ortalama sıcaklık 3-5 dereceye kadar düşmektedir. En fazla yağış mayıs ayında olup yıllık ortalama 580 mm, en az yağış ağustos ayında olup 8.03 mm olarak tespit edilmiştir. Ortalama nispi nem %59 olup en yüksek değerler %66'ya kadar çıkmaktadır. İlçenin iklimi son yıllarda çevrede yapılan barajların etkisiyle ılımanlaşmıştır.
Bitki örtüsü
Erbaa bölgesi iklim özelliklerinden dolayı çok çeşitli bitkilerin yetişmesine müsaittir. Genellikle bölgede hakim olan bitki türü orman fermantasyonlarıdır. İlçenin kuzey kısmında orman örtüsü 300 m. den başlar ve ilk sıralamalarda bir takım makilik ortamlarda yabani zeytin ağaçları, dişbudak ve kestane ağaçlarına rastlanır. Arazi yükseldikçe kızıl çam, meşe, gürgen, kayın gibi türler görülür.
Karınca dağı eteğinde Çatalan bölgesinde Akdeniz iklimi etkisinde yetişebilen “Lübnan sediri “ağaçlarına da rastlanmaktadır. Koruma altında bulunan bu bölge güzelliği ve ekonomi değeri bakımından dünya çapında tanınmaktadır.
Suları
Kelkit Irmağı, Tozanlı Irmağı, Karakuş çayı, İmbat Deresi, Keçeci Deresi, Tanoba Deresi, Hasan Uğurlu Barajı'dır.
Toprak yapısı
Toprağın doğal yapısı, jeoljik olarak daha ziyade ikinci zamanın (Kretase) devri ile üçüncü zamanın başlangıcı olan Miyosen, Ologosen devirlerinde teşekkül etmiştir. Genelde üçüncü zaman yaşlı olarak kabul edilir. Arazi filiş, kalker ve konglo meralardan oluşmaktadır. Toprağın rengi kırmızı ile kahverengi arasında değişir. Toprak çeşidi itibariyle yarı nemli iklim bölgelerinin toprakları içerisinde yer alır. Ovanın kurak olan kısımlarında, özellikle güneydeki alçak dağ yamaçlarında topraklar açık kahverengi "Step" toprağına benzerken, daha nemli olan kuzeydeki alçak dağ yamaçlarında topraklar açık kahverengi "Step" toprağına benzerken, daha nemli olan kuzeydeki alçak dağ yamaçlarında renkleri kırmızılaşır. Buralarda yer yer nemli iklim şartları altında oluşan ve "Terra Roza" denilen kırmızı topraklara rastlanır.
1943 depremi
Şu ana kadar Erbaa'nın yaşadığı yıkıcı depremlerin sonuncusu 1943 yılının Kasım ayında meydana gelmişdir. Şiddetinin azlığı nedeniyle bu depremde hasar çok az olmuştur. Kasaba merkezi 4, Merkez nahiyesi 6, Karayaka nahiyesi 2 olmak üzere toplam 12 hadisesi olmuştur.
Deprem Hattındaki Erbaa Türkiye deprem haritası incelendiğinde topraklarımızın %92'sinin değişiklik deprem tehlikesi ile karşı karşıya olduğu, nüfusumuzun da %95'inin bu bölgelerde yaşadığı belirlenmiştir