13 Kasım 2007 Salı

Komik yürek hoplatan kazalar

deniz bebek halayda

Namaz Şakası (namazda nasıl yerverilir)

Atamızın resimleri





MehmetcİĞe Derİn Saygi


MEHMETCİĞE DERİN SAYGI

23 Nisan 1915 günü Conkbayırında Türkler ve Birleşik Kuvvetler arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8-10 m. mesafe var. Süngü hucumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz Yüzbaşı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden kimse çıkıp yardım edemiyor. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından arslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omuzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu. Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetciğe derin sevgi ve saygılar.

Üsteğmen Cosey

(Sonradan Avustralya Genel Valisi olmuştur)

Çanakkale Savaşı - Bilinmeyenler

Osmanlı Donanmayı Hümayunu, II: Abdülhamit’in kararıyla, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan beri çürümeye terkedilmiş bir durumdaydı. Bunda, Sultan Abdülaziz’in çok önem vererek kurduğu donanmanın tehdidiyle tahttan indirilmesi ve Abdülhamit’in ‘benim de başıma gelirse’ düşüncesi büyük etken olmuştur. 1903 yılında İngiltere’ye bu konuda bilgi veren Kraliyet Armadası Birinci Lordu Earl Selbourne, Türk donanması için “Mevcut bile değil.” demişti.

Osmanlı Devleti’nin donanma açısından güçlenmesi gerekiyordu. Yunanistan da donanmasını güçlendirmeye çalışan bir başka devletti. 1900’lerin başında denizlerde üstün olmak her şeyden önemliydi. Çünkü kara yolları henüz o kadar gelişmiş değildi.

Drednod'un Agincourt adıyla İngiliz Donanması'na katıldığı yıllar.

Yine aynı dönemde İngilizler tarafından “drednot” tipi gemiler geliştirilmişti. Bu tip gemiler daha hızlı hareket edebiliyorlardı, yüzen bir filo gibiydiler, fakat yeni deneniyorlardı.

1911 yılı baharında, Arjantin ile yaşanan amansız deniz çekişmesi yaşanırken, Brezilyalılar dünyanın en büyük savaş gemisine sahip olmak istiyorlardı. Bu amaçla Brezilya; İngiltere, Newcastle’daki Armstrong şirketine bir drednot siparişinde bulundu ve adını Rio de Jenerio koydu. 1913’e gelindiğinde Brezilya ile Arjantin arasındaki sorunlar giderilmiş, 1913 Temmuzuna kadar Brezilya’nın yaptığı düzenli ödemeler bu tarihten sonra kesilmiştir. Brezilya gemiyi almaktan vazgeçmişti. Armstrong Şirketi çok fazla telaşlanmamıştı çünkü gemiyi alacak biri mutlaka bulunacaktı.


Sultan Reşat'ın Erin'e dönüşünü gösteren çizimler.

27 Temmuz 1914’te Reşit Paşa vapuru ile Sultan Osman’ı teslim almak üzere, Bahriye Nazırlığı’nı ve Osmanlı Devleti’ni temsilen Rauf Bey Newcastle’ a varmıştır. Churchill Sultan Osman’a el koymanın çok büyük bir diplomatik karmaşaya neden olacağını bilmektedir ama İngiliz Armadasının önüne çıkabilecek böylesi bir gemiyi teslim etmek de istememektedir. Ve 3 Ağustos 1914’te Churchill’in açıklaması ile Sultan Osman ve Reşadiye’ye el konduğu resmi olarak açıklanmıştı. Rauf Bey anılarında şöyle diyordu:

“....Geminin son taksiti olan yedi yüz bin Lira da ödenmişti. İşleri bir an önce bitirmek için denemelerin bir kısmından vazgeçerek fabrika ile 2 Ağustos 1914 günü geminin, bize teslimi konusunda anlaşmıştık. Fakat parayı verişimizin ertesi günü için kararlaştırılan sancağımızı çekme töreni zamanından yarım saat önce İngilizler Sultan Osman’a el koydular.”

“....Gerektiği şekilde şiddetle protesto edildiyse de kimse oralı olmadı....”

Bu gemiler paraları ödendiği halde teslim edilmemiş, paraları ise iade edilmemiştir. Sultan Osman gemisi derhal İngilizleştirildi ve ismi “Agincourt” olarak değiştirildi. Reşadiye ise Erin ismini aldı. Fakat kaderi oldukça hazin oldu. 22 Ağustos’ta seyre hazır olan geminin denenmesinde görülür ki silahları iyi çalışmamaktadır. 26 Ağustos 1914’te onarım için çekilir. Başarısız bir gemi olarak bir daha kimseye satılamaz ve 1922 yılında gemi sökücüler tarafından parçalanmaktan kendisini kurtaramaz.

Çanakkale Savaşı - Gazilerimiz

AHMET BAŞARAN

Yenice-Çınarcık Köyü'nden.

Tahir Oğlu Ahmet benim adım. 1303 (1887) doğumluyum. 94 yaşındayım. 6 yıl askerlik yaptım. Çanakkale cephesinde ağır topçuydum.

Çanakkale'ye ilk vardığımda Çimenlik Kalesi'nde 60-70 gün talim yaptırdılar. Sonra bizi bölüklere dağıttılar. Ben 6. Bölüğe düştüm... nara Kalesi'ne verdiler. Nara Kalesi'nde 6 ay filan durmuştuk ki, seferberlik ilan edildi. Bizi dardanos Bataryalarına gönderdiler. Dardanos'ta 5. Bölüğe verdiler. Biz 150 kişi kadar vardık. Başımızda yüzbaşı Ahmet Bey vardı. 7.5'luktu toplarımız. Biz seri ateşli toplardaydık. 4 topumuz vardı. Mermileri aynı tüfek fişengine benzerdi...kucaklayıp kakardık topun içine. 18 Mart günü Kepez'in altında bulunuyorduk. Düşman gemileri, hep zırhlı tabii. Selanik açıklarından ateş ede ede geliyorlar. Kumkapı ve Seddülbahir taraflarını ateşe tuttular. O taraflardaki tabyalar ateş içinde kaldılar. Toplar paralandı...cephanelikler tutuştular. Bir zaman sonra Kumkale ve Seddülbahir'deki bataryalar sustular. Düşman Zırhlıları ateş ederek boğaza yaklaştıkça bizim de mesafemize giriyorlardı. İntepe ve Çakaltepe Bataryaların ateşe başlamalarından sonra, biz de bizim mesafemize girince başladık zırhlılara ateşe.

Ben mermi sürüyordum. 2. erdim topta. Çanakkale Boğazı karabulut gibi gemi doluydu. Hangisine atarsan at.Akşamüzeri gün inmeye yakın düşman zırhlılarından birisi bizim önümüzde battı. Bize yakındı. Ya Kilitbahir'den, ya Hamidiye Tabyası'ndan attılar. Kepez çayı'nın denize döküldüğü yeri bile geçmişti. Çanakkale'ye yakınlaşmıştı. Mermi geldi zırhlıya. Denizin dibine kaynadı gitti.

O gün, batanı battı, batmayanı geri çekilip kaçtı...Gittiler...
18 Mart'ın ilk günü bizim tabyada 11 kişi şehit vermiştik.
Soğandere, Kerevizdere taraflarında dağıldılar...Geriye gittiler düşman zırhlıları...Toplarımızın önlerine çam ağaçları dikerdik. Gavurlar görmesin diye.

Çam ağaçlarını geceleri sökerdik. Geceleri projektörümüz vardı. Yakardık...Düşman zırhlılarına onunla ateş açardık. Projektörümüzü parçalamak için çok mermi attı kafir. Yapamadı bir şey...
O gün gece yarısı da geldiler. Batan zırhlılarının yerini araştırdılar. Biz de verdik ateşi. Gerisin geriye gittiler...Sabaha karşı oldu bu...
Ertesi gün düşman gemileri tekrar hücum ettiler...Gene olmadı. Sonra akşam sabah hücum ettiler gemileriyle boğaza...Gene olmadı...Vazgeçtiler...Hücumu kesti gemiler. Sonra geri çekilip verdi topu Seddülbahir'e...Verdi topu...Topuyla bizim askeri kırıp kendi askerini çıkardı...

Denizden balon kaldırıyordu. Ben gördüm. Keleter gibi bir şey. Kalkıyor havaya. O zaman asker arasında "Balon Çıkarıyor" derlerdi. Balon çıkardığını görünce, biz saklanırdık. Çünkü bizi görürmüş balondan...Toplar patlamaya başlardı ardından...
Bizim koğuşun yanlarına da çok mermi düştü. Ancak kimseyi öldürmedi.
.....
Bir gün nöbete gidiyordum. Aceleyle potinlerin birinin iplerini bağlamamışım. Bir arap subay vardı. Görmüş beni çağırdı...İki tokat çekti.
-Şimdi büyük bir amir gelse, ben ne diyeceğim, dedi.
Bana öfkesinden gidip koğuşların arkasındaki iğde ağaçlarının dibine oturdu. O sırada bir bomba düştü...Toprağı altüst etti...Yakın düşmüş kafirin mermisi...Subaylar, çavuşlar koşup gittik.
-Korkmayın...Korkmayın...bende yara yok, dedi.
.....
Bizim bölüğün yanında başka bir bölük daha vardı. O bölüğün toplarından birine bir düşman mermisi düşmüştü. Subayları vardı Hasan Efendi diye...O şehit düşmüştü orada...kumandanlarıydı...Şimdi Hasan Mevsuf dedikleri yerde...18 kişi de yaralanmıştı...Ben görmüştüm onları orada...
.....
Bizim tabur kumandanımız Binbaşı Mustafa Bey, bölük kumandanımız Yüzbaşı Ahmet Efendi'ydi. Birliğimi de şöyle söyleyeyim: 3. Ağır Topçu Alayı, 1. Tabur, 5. Topçu Bölüğü.
.....
Çanakkale'ye yakın Kepez yolunun altında bir gemimiz vardı bizim. Çanakkale'yi bekliyordu. Düşman gemileri, deniz altından bomba yollayıp torpille batırdılardı. Hatta batmadı gemi de, yan yattıydı da, askerleri bir istimbot gelip almıştı Çanakkale'den...Bir gün de bizim dışarıya çıkıp gavur gemilerini bombalayan bir gemimiz yaralanmış geri dönüyordu. Adını bilemeyeceğim. Yavuz mu, Turgut mu, bilmem. Boğaz'dan içeri girip nara'ya gitmişti. Biz o zaman selama durmuştuk.
.....
Sonra harp bitti. Silahlar terk edildi. Sabaha kadar kimse kalmasın burada, dediler. Ben de o zaman köye döndüm.
.....
Bir zaman sonra Anzavur çıktı orta yere. Kuvayi Milliye'ye karşı. Köyden de Anzavur'a asker topladılar. Sonra gidenler de kaçıp geri geldiler. Çetecilikti ortalık...Karma karışıktı...
Milliler de vardı Yenice'de. Anzavur'un elinde bir de top varmış...Havaya uçuyor...Milliler bozuldular o zaman Yenice'de...Ben köydeydim. Bunları duydum...Anzavurcular sonra Ağunya taraflarına kadar gitmişler. Onlar da oralarda bozulup dağılmışlar.
Yunanlılar köyümüze geldiler. Çok dövdüler milleti. 100 kişi kadar vardılar. Yunan askerleri. "Silah çıkarın" diye çok dövdüler köylüleri.
Harman vaktiydi...Korkudan kimse çıkamazdı orta yere...Öküzler insansız harman sürüp harman dönerlerdi...
Askerden geldikten sonra ev,bark olduk. 18 seneyi geçti nine öleli...Hatice'ydi adı...Üç tane çocuk oldu. 2 oğlan bir kız. Oğlumun biri askerde öldü. Adana taraflarında. Dörtyol'da...Şimdi burada kalan oğlumun yanında yaşıyorum...Elverir...bakıyor...Memnunum...Oğlanda n da...Komşulardan da...
Maaş da veriyorlar şimdilerde...madalyam filan yok...Aramadık arkasını...Biz çok çektik, açlık bir yandan...Bit akardı yakamızdan...bu kararda durursa çok iyi memleketin durumu...
AHMET FEHMİ TÜRKAN

Çanakkale - Sarıcaeli Köyü'nden

1313 (1897) de doğdum. 84 yaşındayım. Beni şubeden Sarıcaeli Köyü'nün yanındaki tepenin üzerindeki Çanakkale Müstahkem Muharebe Okulu'na gönderdiler. Asker olarak. Okulda iki bölük kurdular. Ben 2. Bölükle Kilitbahir'e gittim. Kilitbahir'deki Askeri Telgrafhane'de 15-16 ay kadar bulundum. Seferberlik yeni açıldığında Mecidiye Kalesinde talim terbiye görmüştüm. Sabah kaleye giderdik, akşama kadar talim yapar sonra köye dönerdik.


AHMET FEHMİ TÜRKAN

Kilitbahir'deki Askeri Telgrafhane limanda denizin kenarındaydı. Arıburnu'nda harp yeni bitmişti. Fakat denizde düşman gemileri vardı.

Telgrafhanedeyken şöyle bir şey olmuştu. Aklımdayken anlatayım.

Yavuz'la, Midilli çıktı bir akşam boğazlardan o şifreyi ben aldım. O, geçişle ilgili şifreyi Miralay Talat Beye götürdüğümde gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Emir verdi:
-Bu gece, Lapseki'den Kumkale'ye, Gelibolu'dan Seddülbahir'e kadar her taraf karanlık kalacak. Gemiler dış denize çıkacaklar. Hiçbir ışık yanmayacak, dedi. Ekledi:
-Bu emri iki tarafa da telgrafla yaz.
Seddülbahir'de Yüzbaşı Kadir Bey vardı. İyi konuşurduk. Ona dedim ki: "Gemiler geçerken ben sana bildiririm. Sen de dönerlerken bildirirsin."

O gece akşam karanlığından bir saat sonra gemiler boğazdan dışarıya çıktılar. Üzerlerinde hiçbir ışık yoktu. Öylece sessiz ve karanlıkta geçip gittiler.

Kadir Beye bildirdim gemilerin çıktığını. O gece sabaha karşı iki gemimiz, Yavuz ve Midilli İmroz Adası'ndaki İngiliz karargahını bombalamışlar. Midilli bir torpile çarpıp batıyor. Yavuz da geri dönerken bir serseri torpile çarpıp yaralanıyor.

Seddülbahir'den Yavuz dönerken, Kadir Bey telefonda hem ağlıyor, hem konuşuyor:
-Gemide bir hal var, sallanarak geliyor.
Yavuz'un birkaç bölmesi su almış. Gelirken hepimiz sahile çıktık. Ağır ağır gelişini takip ediyoruz. Soğandere'nin önlerinde bir düşman tayyaresi Yavuz'a ateş etti. Yavuz'da uçaksavar toplarıyla tayyareye ateş açtılar. Bu arada Kilitbahir'in üzerindeki top da ateş etti. Tayyareler dağıldılar.

Yavuz sol tarafından yaralıydı. Yavaş yavaş geldi. Kilitbahir'in önünden Nara Burnu'na yöneldi. Gitti. Kıyıya baştan kara yaptı.

Birkaç gün orada kaldı Yavuz. Düşman tayyareleri gelip Yavuz'a ateş ederlerdi. 20 kadar tayyaresini gördüm düşmanın ateş ederlerken Yavuz'a.

Sonra Yavuz İstanbul'a gitti.

Kilitbahir'den İstanbul Pendik'teki Harp Okulu'na gönderdiler. Orada karargahta 7 ay kaldım. O sırada Arabistan'da ordularımız bozulmuş. Mütareke yapıldı. Ben hava değişimine köye geldim. Çanakkale'de İngilizler vardı.

Ben İdadinin 2. sınıfından ayrıldım. Bursa Ziraat Mektebine gitmek için. Gidemedik. Kilitbahir'de subay adayıydım. Pendik'te de subay adayı olarak talim terbiye gördüm. Kendim de ders verdim. Din hocaları gelmişti talim yerine. Ben onlara öğretmen olarak ders verdim.

Neyse bir sene geçince köyde hava değişimim bitti.

Başvurdum, Çanakkale Müstahkem Mevkii Jandarma Kumandanlığında tekrar göreve başladım. Bir tabur Jandarma vardı. Kumandan olarak başımızda Tabur Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey vardı.

Akköy, Bezirganlar, Kumarlar gibi karakollarda çete takibine çıkan kuvvetlerin başında da bulundum. Anadolu Harbi yeni başlamıştı. Karakollarda bulunduğum sırada Yunanlıların zalimliğini yakından gördüm.

Bir görevle Sarıçalı köyüne gitmiştim. Orada Yüzbaşı Niyazi Bey, Üsteğmen Hüsamettin, Teğmen Suphi Beyler çete takibi için kuvvetleriyle bulunuyorlardı.

O akşam ezandan sonra köyü Yunanlılar sarmışlar. Arkadaşlar da kahveye gitmişlerdi. Gitmeyin filan dedimse de dinletemedim. Gittiler. Yanımda Yusuf isminde bir arkadaş kalmıştı. Yusuf ev sahibinin ufak bir çocuğu var... 7-8 yaşlarında onu gönderdi, aşağı kahveye. Çocuk geldi. "Jandarmaların silahlarını topluyor gavurlar" dedi. Yusuf'a dedim: "Sür atları". Köyün dışında yol kenarında bir evdi. Alçak avlulu bir ev. Atlara bindik, sürdük atları. Ben önde Yusuf arkadan geliyor. Yunan askerleri köyün etrafını sarmışlar. Biz gürültüyle iki atla çıkınca bir takur takur oraya buraya koşturmalar oldu. Yunanlılar bizi üzerlerine hücuma geçmişiz diye, kaçışırlarken.

Köyün etrafını saran Yunan askerlerinin paniğe kapılmalarından yararlanıp köyün dışına çıktık.

Çınarlı Köyü'ne gelip, karakoldaki Cafer Çavuş'a haber verdim.
-Belki buraya da gelirler. Boş bulunma. Ben gidip Tabur Kumandanına haber vereceğim.
Olayı Tabur Kumandanına söyledim. Tabur Kumandanımız Ali Rıza Bey:
-"Ne kadar askerimiz varsa etraftaki köylere dağıtın." diye emir verdi.
Dağıttık askerleri yakın köylere.
Tabur Kumandanımız daha sonra Çanakkale'deki İngiliz Kumandanı ile konuşup Yunanlıların aldıkları silahları geriye almıştı.

....

Benim rütbem filan yoktu. Fakat başçavuş gibi bana vazife verirlerdi. Askerin başında giderdim.

Çanakkale Jandarma Taburunda iken, Yunanlılar Çan'ı yaktıklarında bir İngiliz Heyetiyle beraber Çan'a da gitmiştim. Heyette bir general, bir binbaşı ve de bir yüzbaşı vardı. Çan'a girdiğimiz de dumanlar tütüyordu. Biz heyetin yanında 20 süvariydik. Heyettekiler Çan'a Yunanlıların yaptıkları hareketleri sordular rastladıkları insanlara. Tercümanları da vardı Biga'dan, Karabiga'ya gittik. İngiliz heyeti İstanbul'a gideceklerdi. Vapura bindiler. Biz Lapseki üzerinden Çanakkale'ye döndük.

....

Bizim taburda iki tane Cemal Bey vardı. Biri yüzbaşı Cemal Bey, diğeri Tabur Doktorumuz Cemal Bey, o da yüzbaşıydı.

Yüzbaşı Cemal Bey beni çağırtmış, dedi ki:
-Oğlum biz Kuvayi Milliye'ye geçiyoruz, gelecek misin?
Onlarla beraber Kuvayi Milliye'ye katıldım. Taburdan 5 kişiydik. Sivillerle filan 30 kişi olduk. Taburun cephanesini iki katıra yükledik. Bayramiç tarafından gidiyoruz. Yiğitler köyüne geçtik. Evciler köyüne geldik. Kazdağı'nın eteklerinden saracağız dağı. İngilizlerden haber getirdiler bize:
-Dönsünler, yoksa sivil halkı cezalandıracağız.
Bayramiç'te Yunanlılar vardı. Türk Jandarmalarını silahsız olarak yanlarında çalıştırıyorlardı. Bize haberi getiren de Hafız Abdullah ile İzzet adında iki Jandarmaydı.
"Gidin şu kağıdı Kuvayi Milliye'ye giden arkadaşlarınıza verin" deyip ellerine bir kağıt vermişler. Evcilerde bu iki kişi bize kağıdı yetiştirdiler.

Doktor Cemal Bey bize yeni gelmişti. Ankara'dan göndermişler. Kuvayi Milliye'ye asker toplasın diye. Kuvvet toplamak için çok uğraştık ama başaramadık.

Cemal Bey kağıdı aldı, okudu, yırttı attı.
Bana dedi ki:
-Bunları bırakma.

Kazdağı'na sardık. Gidiyoruz yukarı. Abdullah'la İzzet başladılar yalvarmaya:
-Bizi götürmeyin. Bizim çocuklarımıza Yunanlılar eziyet edecekler. Bizi bırakın.
Kumandana söyledim.
-"Dağın içine girince bırakırsın" dedi.
Dağın içine girdiğimizde bıraktık onları, geri döndüler.
O gece dağın üzerinde sabahladık. Sabah şafakla beraber tekrar yola koyulduk. Havran'ın üst taraflarında Ormanlar Köyü var. Orada Yunanlıların karakolu olduğunu duyduk. Otmanlara geldiğimizde karakol Yunan askerleri kaçmışlar. Yoktular. Bu sırada Anadolu'da harp devam ediyordu tabii.

Otmanlar'dan bir kılavuz bulduk. Balıkesir'in solundan geçtik. Oralarda Boşnak Hamza, Arslan Çetesi gibi çetelere rastladık. Her ikisi de 10'ar kişi ile geziyorlardı. Cemal Bey'in gözü tutmadı bunları. Sonra Mustafa Efendi çetesine rastladık. Mustafa Efendi bize "Yunanlıları İzmir'de deniz döktüler" dedi. Bunun üzerine Balıkesir'den Yunanlılar kaçmışlar. Balıkesir'de karakol kurduk. Bir ay falan düzeni sağlamaya çalıştık. Hükümet binasında çalışıyorduk. Cemal Bey Binbaşı oldu. Edirne'ye gitti. Doktor Cemal Bey kaldı. Bir çok subaylarla beraber Halil Fikri Bey isminde yeni bir kumandan gelmişti.

Beni o sırada Çanakkale'ye gitmek üzere hazırlanan Jandarma Taburuna verdiler. İnegöl taraflarında taburu buldum. Kumandanını gördüm. Tabura takıldım. Çanakkale Taburunun başında Şevki Bey adında bir önyüzbaşı vardı. Çanakkale2ye gelmekte olan ziraat, maliye, savcı gibi memurlarda vardı. Teşkilat olarak geliyorlar taburla beraber. Gönen üzerinden Biga'ya geldik.

Biga'da ben atımı savcı Ramiz Bey'e verdim. Mutasarrıf Vahap Bey'de var. Biga'dan çok yağmurlu bir havada yola çıktık. Çanakkale'ye geliyoruz. Geceyi Karacaören'de geçirdik. Sabahleyin Çanakkale'nin işgal kumandanı geldi. Saçaklı, sırmalı rütbeleri var. Yanında da tercümanı. Vahap Bey'in bulunduğu eve götürdük İngiliz Kumandanını. Sonradan öğrendiğimize göre Vahap Bey'le İngiliz işgal kuvvetleri arasında şöyle konuşmalar olmuş;
İngiliz Kumandanı:
-Çanakkale'ye girecek misiniz?
-Evet gireceğim.
-Ama bana bu konuda bir emir yok.

Vahap Bey:
-Bana kesin emir var.
İngiliz Kumandan Vahap Bey'den bir saat izin istemiş. Vahap Bey'de peki demiş. Bizim tabur 200 kişi. "Kuvayi Milliye gelmiş" diyerek köylerden inen genç yaşlı insanlarla biz olduk 10.000 kişi. O kadar kalabalık olduk.

İngiliz Kumandanı ayrıldıktan hemen sonra Vahap Bey hareket emri verdi.
Geldik Çanakkale'nin kenarına. Tel örgüler var. Uzaktan görüyoruz. İngilizlerde bir kargaşa vardı. Neyse İngiliz Kumandanı geldi. Saatine baktı. Ne söylediğini biz sonradan öğrendik. Saatine bakınca:
-Acele ettiniz. Daha bir çeyrek saat var.
Vahap Bey de:
-Benim saatim geldi, diye söylemiş.

Orada bir anlaşma yapıldı. Askerin bir kısmı ile toplanan sivil halkı içeri girmeyecek, dışarıda bekleyeceklerdi. Biz içeri, memurlar, kumandanlar ve 60 jandarma girdik. Hastane bayırına geldik. Çanakkale'den ileri gelenler, hocalar, Bey kısımları geliyorlar. Yanlarında koçlar filan var. Kurbanlık. Kurbanlar kesildi. Dualar edildi Vahap Bey:
"Vali Konağına gideceğiz" dedi.

Çanakkale'de Alayın önüne geldik. Müstahkem Mevkii Kumandanlığının binalarına girip yerleştik. 1923 senesinin Eylül ayında askerliğim sona erdi. 8,5 sene sürdü. Askerlik bitince köyüme yerleştim.

Yaşlılık aylığı alıyorum. Hanımın adı Hacer. Sağ... Yaşıyor... İkisi erkek, biri kız iç çocuğum oldu. Çocuklardan da sekiz tane torunum var.
ŞERİF ALİ ARSLAN

Çan - Mallı Köyü'nden

1309'luyum (1893) . 85 yaşındayım. 8 sene askerlik yaptım. Önce Balkana gittim. Balkandan geldim seferberlik açıldı. Seferlikte kapalı kağıtlar açıldı. Çanakkale'ye gönderdiler. Çanakkale'de 9 ay çakmak çaldım. Çanakkale cephesinde yaralandım ama hafif yaralandım. Çanakkale cephesinden Romanya'ya gittim. Romanya'da yaralandım. Edirne'de 3 ay hastanede yattım. Kuvayi Milliye zamanında da Yunan'a karşı çarpıştık.


ŞERİF ALİ ARSLAN

İstanbul'da askerliğimi Harp Okulu'nda yapıyordum. Bulgar bizi Çatalca'ya kadar sürdü. 9 ay durduk Çatalca'da 7. Fırka, 21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, 1. Mangada piyade eriydim. Anahtarlı battal Mavzer vardı elimde. Çatalca'dan Bulgar'ın ardından Kırklareli'ne kadar gittik. Avcı kolunda gidiyorduk. Ateş açtı Bulgarlar, bizim mangadan 4 arkadaş şehit oldu. Bulgar hududunda 3 ay bulundum. Teskere aldım, köye geldim.

Köyde, seferberliğin ilan edildiğini duydum. Ramazan ayında çok sıcak bir Cuma günüydü. Yaz günüydü, harman vakti yaklaşmıştı. Demet çekiyorduk arabalarla tarlalarımızdan
Muhtar:
-Kepez'e gideceksiniz. 9. Fırka, 25. Alayda bulunacaksınız. Çabuk yola çıkın, bana laf gelir, dedi.
Vardık Kepez'e. Alay bizi Taburlara taksim etti. 25. Alayın 1. Taburunun, 1. Bölüğüne düştüm.
Bir sene Çanakkale'nin içinde Cevat Paşa'nın maiyetinde durdum. Cevat Paşa Arnavuttu. Grup kumandanıydı.

Düşman önce bahriye askeri çıkardı Kumkale'ye. Kumkale'de 64. Depo Alayı vardı. Düşman bu alayın üzerine asker çıkardı. Biz de Geyikli'de bulunuyorduk. Telefon geldi, yetişin, diye. Biz varıncaya kadar çıkan düşmanı denize dökmüşler. Biz de sabaha kadar köyün içinde kalanı temizledik. Döndük Geyikli'ye. Bizi Üvecik tarafına gönderdiler. Deniz kenarlarında bekledik.

Bozcaada açıklarından yürüdü kafir 32 parça zırhlı, torpido filan, mızıka çalarak. Önde Fransız'ın zırhlıları vardı, arkada İngilizlerinki. Bizim deniz kenarındaki toplarımız atıyorlar ama ateş çıkartıyorlar sadece. Erdiremiyorlar gemilere. Zırhlılar Karatina'nın altına doğru geldiklerinde, karşıdan Yıldız Tabya'dan ateş eden toplarımızdan biri, kafirin zırhlısının birisinin bacasından koydurdu içeri mermisini. İki tanesi de kaçarken taşa kısılandı. Birisinin de direğini kırdı bizim topçular.

Bizi Üvecik'te tutamadılar. Çanakkale'den Ecebat'a geçirdiler. Gece de Sebdülbahir Burnu'na geldik. 15 gün müfrezede bekledik. Seddülbahir'de deniz kıyısında. Ben de onbaşı vekilliği yapıyorum. 26. Alay geldi, bizi değiştirdiler. Bizim alay geriye çekildi. Çamaşır filan yıkıyoruz geride. İngiliz'in bir bombası düştü çamaşır yıkadığımız yere. Beyazlar kurumuş, alacalar kurumamıştı.
-Çadırların kenarlarına ası asıverin alacakları dedim çamaşırcılara.
Saat 6'yı bekledim. Nöbetçileri de çıkardım, çadıra geldim. Yatacaktım artık. Setreyi filan çıkardımdı. Başladı Seddülbahir burnu yanmaya. Patır patır patlıyor ortalık. Alay Kumandanı toplan borusunu çaldırdı. Kilerde 3 günlük peksimet varmış. Bölük Emini çabucak dağıttı peksimetleri askerlere. Hadi bakalım Seddülbahir'e. Şeytan dere var bir, oraya geldik. Bizim 3. Tb. Zığındere'ye... 2. Tb. eski kale yerine. 1. Tb. Kirte'nin başına yürüdü. Bizim tabur 1. Tabur, bulunduğumuz yer de açıklık. Gavur bir nefer görse yağdırıyor mermiyi, kavuruyor ortalığı kafir.
Aşağıya indik su terazilerinin yanına. Bir tane de Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni vardı aramızda. O da asker bizim gibi. Postalık yapıyordu. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyasından yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni Posta bağırıyor:
"Atmayın,atmayın,bizim askerler" diye. Atmadık ateşi kestik biz de.
1 Tk asker kalmış koca 26. Alaydan. Bize doğru gelenler bu takımın askerleri. 26. Alayı karıştırıvermiş daneyle (bomba) kafir. 26. Alayın yerini aldık 25. Alay olarak. Düşmanın karşısında 3 gün dayanabildik. Bir de Seyyar Jandarma Alayı vardı. Onlar da bizlerle beraber eridiler gittiler, mahvoldular. Orada bir burunda kaldık bir akşam üzeri. Bizim üzerimize çeviriverdi makinalı tüfeği düşman. 3 kişi kaldık bir koca takımdan biz. Düşman vardı yaralılar arasında, şarapnel bacağını kırmış.
ALİ DEMİREL


Biga-Gündoğdu Bucağı'ndan.

1301 ( 1885 ) doğumluyum. 96 yaşındayım. Köyden bir çıktım 8 senede geldim. Arıburnu Cephesinde 27. Alaydaydım. Sonra Arabistan cephesine gittim. İngiliz' e 2 yıl da esir kaldım. Arıburnu Cephesinde 27. Alay'ın o meşhur aynalı tüfeklerini ben yapardım. Marangozdum.

Makinalı tüfekçi yazmışlar beni. Benimle beraber 5 kişi var daha bizim köyden. Çanakkale'ye varınca, piyadeye çevirdiler. Beni verdiler 27. Alaya.. Mevzilerimiz Arıburnu'nun üzerlerindeydi.


ALİ DEMİREL

Ben 27. Alay , 2 Tabur, 1. Bölükte bulundum. Alay Kumandanımız Şefik Bey, Tabur Kumandanımız Kör Hali, Bölük Kumandanımız Hasan Efendi, Takım Kumandanımız Kara Mahmut ( Mülazım'ı evvel)'di.Mevzilerde 9 ay durdum. 9 ay çakmak çaldım.

Bizim bölük Karatepe'deydi. Düşmanın çıktığı sabah, 1 ve 3. Taburlar Maydos (Eceabat)'taydılar. Biz yalnız ikinci tabur vardık Arıburnun'da. Arkadan 1. Ve 3. Taburlar da yetiştiler. Gavur bizim üzerimize çıktı. Bütün Alayca hücum ettik düşmana. Bizim bölükte bütün subaylar vuruldu. Lapsekili Eyüp Sabri kaldı bölüğün başında.... Başçavuş'tu..

Düşman mevzileri bize çok yakındılar. Bomba atarlardı bizim mevzilerimize. Soğan filan da attılar. Sonra bizim mevzilerin üzerine teller gerdiler de düşmanın attığı bombalar bir daha mevzilerimize düşmedi. Tellere çarpıp geri düştü.

Düşman kaçarken, tünel kazıp içine dinamit doldurmuş. Patlatınca bizden bir bölük gitti. Hiç kimse kurtulamadı. Toprak minare gibi havaya çıktı.

27. Alay'ın aynalı tüfeklerini ben yaptım. Marangozum demiştim ya...Sivillikte marangozluk bildiğimden tüfeklere ayna takma işini ben yaptım. Bölükte piyadeydim esasında.

Bir gün düşmandan, düşman mevzilerine yaptığımız bir hücumdan, bir aynalı tüfek ele geçirmiştik. Bizim mevzilerin yanında bir tünel vardı. O tünelin içinde düşmandan ele geçirdiğimiz tüfeğe baka baka bizim tüfeklerede ayna takmıştım. Her mangaya bir tana aynalı tüfek dağıtılmıştı benim yaptıklarımdan. Tüfeğin namlusuna önlü arkalı iki tane ayna koyardım. Siperden kafanı çıkarmadan aynalara bakıp düşmanı görürdün.

18 Mart'ta düşman zırhlılarının boğazı zorladıkları zaman ben Arıburnu'ndaydım. Boğazdan geçemeyince kafir, Mortu Limanı'a, Seddülbahir'e zorladı. Oralardan da söktüremeyince, Arıburnu'na çıkardı. Daha sonra Tuzla'ya da çıkardı.

Macaristan'dan getirdikleri kısa, ağır otobüsler çok işe yaradı. Dik atıyor... Olduğu gibi gemilerin üzerine düşürüyordu o toplar.. Biz istihkamlardan görüyorduk.. Gemiye mermi düşünce duman içinde kalıyor ortalık. Gemideki gavurlar kendilerini denize atıyorlardı.

Gavur bizim üzerimize çıkınca biz de hücum etmiştik. O hücumda katırların yanına kadar vardık. O sırada yan ateşine tuttu bizi kafir. Elimdeki tüfeğin kundağı filan paralandı da, bir demiri kaldı elimde. O gün kalçalarımdan yaralandım. Bak şimdi yürüyemiyorum. Paralandı her yanım benim. Şarapnel parçaları denk geldi bana.

Yaralanınca, Demetoka Hastanesi'ne yolladılar. Üç ay hastanede yattım. Sonra, çıkınca tekrar eski birliğime, mevzilere döndüm. Hastaneden dönünce ben hep aynalı tüfek işine baktım. Alay kumandanı beni mevziye sokmadı da, aynalı tüfek işine ayırdı.

Arıburnu'nda Atatürk'ü gördüm. Öteki kumandanlarla beraber dikilmişlerdi. Alaylar onların önünden geçtiler. Yürüyüş yaptılar. O zaman gördüm. Heybetli adamdı. Önünden geçtik resmi geçitle. Öyle gördüm.

Harbiye Nazırı Enver Paşa da gelmişti. Onu da gördüm.

Yaralandım dedim ya. Hasta da oldum. Hava değişimine gönderdiler köye. Üç ay sonra tekrar Çanakkale'ye gittim. Beni bu sefer 24. Fırkaya verdiler. İstanbul'a gittik. Giydirdiler, kuşattılar, Haydarpaşa'dan bindirdiler trene. Kapattılar kapaklarını trenin...hadi bakalım Arabistan'a...Gavur dağlarından sonra tren yok.. 70 gün yol gittik...Yürüye yürüye...Tell el Şehir'e geldik. Ben yürüyemiyorum. Zaten bacaklarımdan yara almıştım Çanakkale'de. 44. Seyyar Hastane'ye yatırdılar.

Hastanede 1 ay kalmadık bile. İngilizler hücuma geçtiler. Hastaneye geliyor ateş. 500 kişi bıraktık hastanede çadırlarda. Başladı çadırlar yanmaya. Beni verdiler hayvanların başına. Kaçtık oralardan herkes kaçıyordu.

Bizim alay gitmiş Kudüs tarafına...Biz de Kudüs tarafına gittik. Oralarda bir yerde Sultan Hamid'in bir sarayı varmış. O sarayı hastane yaptık. İngilizler tekrar hücum ettiler. Bozulduk, geri çekildik. Almanlar orada bir nehir üzerine köprü kuruverdiler de o köprüden geçtik geri çekilirken. Şam'a doğru geri geliyoruz. Şam'a kadar geldik. Şam'da 50 bin kişi esir düştük. İngiliz Şam'ı kuşatmış. Bizi öyle esir aldı. Şam'da bir açlık bir açlık... Ekmek yok,aş yok. Ben açıkgözlük yaptım da hastanenin ekmekleri vardı o ekmeklerden doldurdum çuvallara. Öyle idare olduk. Bir Osmanlı altınına bir ekmek sattım orda. Gavur sonra ekmek getirdi. Millet hücum ediveriyor. Ne yaptı bu sefer kafir geçirdi bizim askeri manga koluna öyle dağıttı...Birine konserve, birine ekmek verdi.

Biner kişilik kafileler halinde 8 gün yol yürüdük, vardık Mısır toprağına...Kanala, İsmailiye'ye. 12 tel örgü vardı. Üçerbin kişi vardı her tel örgüde. Ben 4. Tel örgüdeydim.İki sene esir kaldım İngiliz'in elinde.

Tel örgülere geldiğimiz ilk günlerden biriydi...Bir İngiliz yüzbaşısı...Biz ayakta dizili bekliyoruz. O İngiliz yüzbaşısı bastonla geziyor, topallıyor. Yanında tercümanı var, tecüman başladı bağırmaya:

-27. Alay2dan kim var burada?
"Öldürecek değiller ya,"dedim. Çıktım ileriye.
-Ben varım, dedim.

Bastonlu gavur, topal topal geldi yanıma. Ellerimden, gözlerimden öptü beni. O topal gavur esirlerin başında kumandan filandı heralde.

Çok rahat ettim o gavurdan...Allah razı olsun.

Bana ayrı bir çadır kuruverdi. "Yanına iki de arkadaş al," dediler. Bir rahat ettim ama.... Sorma....

Arıburnu'nda yaralanmış gavur da. Çok korkmuş gavurlar Arıburnu'ndan... "Türkler bir kişi kalmayasıya öldüreceklerdi İngilizleri" dedir... Tercüman öyle söylerdi. Her ay bana 20 İngiliz Lirası maaş verirdi. Her hafta 80 paket Filli cigaralarından verirdi. "Sat bunları da para yap," derdi.

Kendi de benim çadırımdan çıkmazdı. Hep yanımda dururdu.

Ben de o topal gavura, Alaman kaputlarından içi kadife kaplı bir sandık yaptım. Hani, bizim buralarda vardır ya çeyiz sandığı gibi öyle bir şey. Bir de İngiliz potinlerini söküp, 2 çift yarım potin yaptım. Elle yaptım...Çivilerini filan hep ellerimle yapmıştım. İki Osmanlı altını hediye etmişti bana. Sandığın üzerine de "Esirler yapmıştır," diye yazdırıp İngiltere'ye götürmüştü. Çok az konuşurdu İngiliz yüzbaşısı.

Tel örgülerde 1000 kişi kalıncaya kadar beni bırakmadı.

Sonra gemilerle İstanbul'a geldik. İstanbul'dan köye geldim.

Çok beygir atı yedik. İngilizler bir kere bize koyun eti verdiler. Geri kalan zamanda hep at eti yedik tel örgülerdeyken.

Askere gitmeden evlenmiştim. Gelince baktım, ben askerdeyken, Nuriye ölmüş. Zatiye'yi aldım. Zatiye öleli 13 sene oluyor. 3 çocuğum oldu. Hepsi yaşıyorlar. Oğlum bakıyor bana burada. Madalyam da yok, maaş da.

Kırık çıkıkta üzerime yoktur. Hala yaparım. Gözlerimin ikisi de görmüyordu, birini açtırdım. Şimdilerde açtırdığım da duman yapıyor. Bir torunum İzmir'de subay.

APTİ TOPAL


Çanakkale - Kayadere Köyü'nden

1315 (1899) yılında doğdum. Askere aldıklarında İngiliz kaçmıştı Çanakkale'den. Galiçya Cephesine yolladılar bizi. 5 senede geldim askerden.

Önce Eceabat'ın Yalova köyüne götürdüler bizi. Cephane vapuru gelmişti. Bir tayyare geldi, iki bomba attı. Biri deniz kenarına kuma düştü, öteki de denize. Bizi 200 kişi ayırdılar. O gece cephaneleri boşalttık gemiden sabaha kadar. Harp gemisiydi, bizimdi. Yalova Köyü ağzında indirdik cephaneleri gemiden.


APTİ TOPAL

Ya Barbaros'tu, ya Turgut'tu. Bilmiyorum. Çamların içinde askerler hasta yatıyorlardı. Biz 40 gün durduk orada. İstirahat ettik. Soğandere'ye götürdüler bizi sonra. Soğandere'de talim terbiye gördük. İngiliz kaçmıştı o zaman. Seddülbahir Soğanderesi'nde 3 ay kadar kaldık. Yürüyüşe çıkardıklarında hep cesetlerle doluydu ortalık. Bir gün Enver Paşa ile başka paşalar geldi. Bizi teftiş ettiler. 400 kişi kadar ayırdıla bizi. Siz Galiçya'ya gideceksiniz dediler.

Yaya başladık yürümeye. Araplı, Yeğen Köy, Uzunköprü'ye geldik. Bindirdiler trene Uzunköprü'de. Bulgar içinden, Sofya'dan geçtik, Romanya'ya, Galiçya'ya geldik.
.....
Aramızda bir dere var düşmanla. Yağmur da nasıl yağıyor, karavana da gelmiyor. Tam 18 gün aç durduk. 18 gün yiyecek bir şey bulamadık. Zabitlerden emir geldi ki: "Taş sarın belinize" diye. Göbeğime taş koyup kayışla bağladım. Epey durduk öylecene iki tane çiğ patates bulup yedim.

Almanlar bozulunca cephede bizi de geri çektirler. Çıplak dedikleri yere. Çıplak Tepe'de mevzilerde bir ay Ruslarla savaş yaptık. Avusturyalılar kaçtılar. Sonra orduların yerlerini değiştirdiler. Sağa bizi, sola Almanı, ortaya Avusturyalıları aldılar. Tekrar cephe tuttuk. Bir buçuk ay kaldım orda. Bir karavana yedik hücuma kalktık. İkinci hücumda ben yaralandım. Şarapnel tuttu beni. Bizim asker bozuldu. Çok şarapnel attılar. Ben yaralı kaldım yerde, yatıyorum. Gavur askerleri geldiler. Tüfeğimi attılar. Çantamda cephane vardı. Onu da attılar uzakça bir yere. Ateş ederim diye mi korkuyorlar acaba. Gavur askerinin biri de bir dilim ekmek koydu göğsüme. "Su" dedim. "Yok" dedi omuzlarıyla. Geçtiler yukarı doğru gittiler. Çok kıştı. Bir gavur askeri geliyor, elinde süngüsüyle koşarak. Beni süngüleyecek herhalde. Bir başkası koştu geldi. Çatra patra, çatra patra konuştular. Götürdü onu, uzaklaştırdı benim yanımdan. Ne merhametli gavurlar da var yarabbim.

İki saat geçmedi arası bizim asker imdat gelmiş. Bir hücum etti bizimkiler. Gavurlar lap lap düşüyorlar. Bir de kaldırdım kafamı şöyle bir baktım. Arpa demeti gibi döşemişler gavurlar.

Sabah oldu. Beni alıp sargı mahalline götürdüler. Bir subay var, yazıyor. Dedim ki:
-Müslümansan yanıma gel, beyim. Geldi.
-Bir kaput atın üstüme, bir de su verin, dedim.
-Şimdi asker yolladım suya, gelince çok vericem, dedi.
Sonra doktorlar geldiler.
"Bunun yarası ağır, burada sarılmaz. Büyük sargı mahalline götürün" dediler.

Sabahleyin bir gavur arabası geldi. Atlı araba. Atıverdiler bizi içine. 4-5 kişi yaralı varız arabada.

Arabacı gavur askeri bir kamçı vurdu atlara. Dört nala kalktı hayvanlar. Yaram çok acıdı sarsıntıdan. Kafama karanlık çöküverdi. Gavurun saçından tuttum. Bir darttım. Badırdandı gavur. "Arkandaki adam ölecek" dermiş. Bir daha vurdu kamçıyı atlara. Gavur haklı. Dolaşıverdik sargı mahalline vardık. Bir subay geldi başıma. Baktı bana:
-Haaa dedi. Bir düdük çaldı. Sıhhiye askerleri koştular, geldiler.
Subay:
-İndirin şunu yarasını temizleyin çabuk sargılayın, atın trene, dedi.

4 gün 4 gecede Gedik Kasabasına geldim. Avusturya'da bir kasaba. Hastanede çok iyi baktılar bize. Francala verdiler. Kıtlıktı o seneler. Haftada iki gün ziyaret günüydü. Çokcası kadınlar gelirdi ziyaretçi olarak; sigara, bisküvi, bazan da para dağıtırlardı yaralılara.

Pani doktor derdik erkek doktorlara. Hemşirelerde öyle derdi.

Pavla diye bir hemşire vardı. 20-25 yaşlarında. Yaşıyorsa selam söylerim. Çok güzeldi. Bana çok baktı. Ah! O Pavla yok mu? Viyana'da: "Bir kadın vereceğiz, bir de dükkan vereceğiz, kalırsanız" diye ilan ettiler. Kalmadık. Cahillik ettik. Kalsana be adam, kalsana. Banger olacaktık. Bak şimdi millet oralara gitmek için birbirini yiyor.

Avusturya'da bir hastanede iki sene yattıktan sonra Edirne'ye geldim. Biraz Bakırköy Hastanesinde kaldım. Sonra Büyükdere'ye götürdüler. 2 sene de böyle geçti. Köye gelince 5 sene oldu.

Edirne'ye geldiğimde bir heyet beni muayene etti. Avusturya hastanesinden bana verdikleri kağıtları hep yırttılar. Türkiye ödeyemez bu maaşı dediler. Avusturya hastanesinde "Sana tam maaş yazdık" demişlerdi. Edirne'de 75 kuruş maaş yazdılar.

Madalyam yok. Üç ayda bir 30 bin lira falan maaş alıyorum. 60 senedir alıyorum bu maaşı.

Sağ kalçamda kırık var. Sağ yanıma yatamıyorum.

Bizim köyden Kuvayi Milliye'ye katılanlar oldu. Ben nasıl gideyim. Yaralıyı. Sakatım.
...
Ninenin adı "Yete" di. 4 çocuğum oldu. Bir yaşıyor. Ben de onun yanında yaşıyorum.

HAKKI TUNA


Eceabat - Büyük Anafartalar Köyü'nden

1312 (1896) doğumluyum. 85 yaşındayım.

Ben küçük Zabit Mektebinde okuyordum. İki yıl olmuştu ki, seferberlik patladı. Bizi de askeri birliklere dağıttılar. 9 ay, 10 gün Çanakkale Savaşlarının içinde kaldım. Ankara'nın Boyabat ilçesinde doğdum. Buralara çok küçük yaşta geldim. Harpten sonra burada evlenip kaldım.

İstanbul Haydarpaşa'da İttihad-ı Osmaniye Mektebi'nde 1,5 yıl, Kadıköy Rüştiyesi'nde de 2 yıl okudum. Sonra Küçük Zabit Mektebi'ne gittim.


HAKKI TUNA

Henüz ikinci yılın sonuna gelmiştik ki, seferberlik ilan edildi. Beni Hadımköy Sancaktepe Topçu Alayına verdiler. 6 bölüklü bir alaydı.

Bir gün Bahriye Nazırı Cemal Paşa bizi teftişe geldi. Bu teftişten sonra bizi İstanbul'da Sultan Ahmet Camiine kaldırdılar. Bir süre Sultan Ahmet Camii'nde yatıp kalktık. Daha sonra bir emir geldi. Bütün bölüklerimizi ayrı ayrı yerlere gönderdiler. Kimimiz Arabistan'a, kimimiz İstanbul Boğazı'na, bizim bölüğü de Çanakkale Cephesine ayırdılar. 10 gün kadar geçmedi. Galat rıhtımına yanaşan bir vapura topumuz, tüfeğimiz, cephanemizle yüklendik. Marmara Denizi'nde o zaman denizaltı olduğundan şüphe edilirdi. Onun için bindiğimiz vapura muhafız olarak bir de torpido verdiler. Galata'dan hareket ettik Çanakkale'ye. Akbaş İskelesi'ne vapur yanaştı. Vapur boşaldı. Toplarımızı koştuk. O sırada bir düşman mermisi yakınlarımıza düştü. Eceabat'ın içinden geçiyoruz. Eceabat harabeye dönmüş. Binalar yıkılmış. Orda burda evler yanıyor. Çamburnu yolundan, Behramlı köyünden geçtik. Kirte'ye yakınlaştığımızda gece olmuştu. O gece orada 9. Fırka'da misafir kaldık. Ertesi sabah Kirte Köyü'nün üst taraflarında hazırlanmış mevzilerimizi bulduk. Toplarımızı mevziye yerleştirdik. Bir telaş bir telaş hepimizde. Hazırlık yapıyoruz. Telefon hattımızı düzenledik. Batarya dürbünümüz kurduk. Her şeyi yerine yerleştirip hazırlığımızı tamamladık. O sırada düşman da Kirte Köyü'nün altındaki Eski Bağlar'a kadar gelmişti. Biz düşmana başladık toplarımızla ateş etmeye. Bir hafta o mevzilerde kaldık. Sonra bir emir geldi. Toplarımızı Eceabat Top Zeytinlik'e götürdük. Geri çekildik. Çadırlarımızı filan kurduk. Ben o zaman kıdemli başçavuş muaviniydim. 17. Alay, 2. Bölükteydim. Ağır Topçu Bölüğünde. 12'lik ağır obüs toplarımız vardı.
Şimdi burada yaşayan Ömer Güner de benim yanımda aynı bölükte askerdi. Top Zeytinlik'te çadırları kurduktan sonra 2 top alıp Kara Yorgi'nin Dere'ye gittik. Kara Yorgi'nin Derede'de 2.5 ay kaldık. Savaş devam ediyor. Hücumlar oluyor. Derenin içinde toplarımızın askerlerinden iki şehit verdik. Tekrar Top Zeytinliğe geldik. Refik adında bir takım subayımız vardı. Onunla birlikte bu defa, Domuz Dere'ye 2 top kurduk. 3,5 ay da Domuz Dere'den ateş ettik düşman üzerine. Batarya Kumandanımız nadir Efendiydi. Üsteğmendi.
Bizim gözetleme yerimiz Alçı Tepe'deydi. Üst tarafımızda da Grup Kumandanı'nın gözetleme yeri vardı. Bir gün bana, batarya Kumandanımız Nadir Efendi dedi ki:
-Seni grup Kumandanı istiyor.
Gittim. Kapısını vurdum. Girdim yanına. Selam verdim.
Grup Kumandanı:
-Sen avcı hattına gideceksin. Orada 16. Alay Kumandanını bulacaksın. Sana görev verecek.
-Emredersiniz, dedim, çıktım odasından. Bataryaya gelip silahlı bir asker aldım. Beraberce başladık avcı hattına gitmek üzere gitmek üzere Kirte köyü yönünde yürümeye. Kirte köyüne geldiğimizde savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Kirte Köyü zaten harabe olmuş. Yıkıntıların arasında bizim yaralıları getirmişler, gördüm. Kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş. Yaralıları sargı yerine götürmeye çalışıyorlardı.
Orada durmadık. Geriye bataryaya döndük. Sabahleyin tekrar yola koyuldum. Avcı hattı bizim topların ateş ettikleri yöndeymiş. Boğazdan, Çan ovasına kadar düşmanla doluydu. Yalnız Palamut ve Kaba Tepe arasında düşman yoktu.
Yanıma asker almamıştım. Yalnızdım. Doğru yönümde gidiyordum. Bir de baktım. Önümde bir asker yürüyordu. Seslendim askere, asker durdu. Sordum:
-Kaçıncı alaydansın ?
Asker :
- Biz 16. Alayın 3. Taburuyuz. Şurada istirahate çekildik. Ordayız, diyerek eliyle gösterdi.
- Düş önüme beraber gidelim, dedim.
O zaman asker toprak altında, meydanda değil, sığınaklarda. Gittik oraya.
İndim aşağıya. Bir piyade subayı gördüm. Grup Kumandanının beni istediğini anlattım.
Hemen çavuşa döndü :
-Çavuş. Açıkgöz birisi silahlarını alsın gelsin. Bu arkadaşla gidecek.
Bir de baktım, cin gibi bir asker geldi. Silahlı, göğsünde çapraz fişekler. Düştü önüme. Gidiyoruz. Bazı açıktan gidiyoruz. Düşman bizi görünce veriyor şarapneli bize. Bazı gizli yollardan gidiyoruz. Koşarak giderken, avcı hattının arkasında karargah çıktı karşımıza.
Karargaha vardım. 5-10 kişi getirmişler. İleri hattan getirmişler şehitleri. Gömememişler daha. Uzatmışlar öyle yatıyorlar.
Alay Kumandanına bir selam verdim. Alay Kumandanı uzun boylu bir adam.
Bana dedi ki:
- Şurada, telefon odasında biraz otur da, bir erle gidersin ileri.
- Ben er istemem, dedim.
Karargahtan, ilerideki avcı hatlarına giden bir sıçan yolu var. Girdim sıçan yoluna vardım avcı hattına. Bir ateş cehennemi üzerindeyiz.
Kum çuvallarını sıralamışlar. Asker de çuvalların gerisinde silahları ellerinde ateş ediyorlardı.
Piyade bölük kumandanı anlatmaya başladı :
" Bu hattı teslim aldığımızda burada bulunan alaydan 12 kişi kalmıştı."
Bizim hattın 100 metre ilerisinde de Fransız hatları vardı. Düşman denizden, zırhlılar dan da toplarıyla durmadan ateş ediyor. Bizim bulunduğumuz yerle Fransız hatları arasına bir mermi düştü. Kum çuvallarını yıktı. Çuvallardan biri belime çarptı. Ben de yerimi değiştirdim.
Arkasından bir mermi daha...Avcı hatlarının tam orta yerine...Bir bağırtı koptu...Bir kaç şehit... dört, beş yaralı...Hemen sıhhiyeler koşup geldiler...Götürdüler yaralı ve şehitleri.
Şehitlerden bir tanesini gördüm...İnsan olduğu belli değil...Kıpkırmızı et. Dağılmış...Batarya Kumandanımız Sami Bey, benim ölüp ölmediğimi öğrenmek için bir er göndermiş.benim avcı hatlarında olduğumu öğrenen er de geri dönüp gitmiş.
Avcı hatlarını iyice görmüş, düşmanın ateşini ve durumunu yakından incelemiştim. Akşam bataryama dönmek üzere yola çıktım.
Gece çakır yıldızlıktı...Kurşunlar, vızıl vızıl etrafımdan geçiyordu. Bataryama sağ salim dönebilmiştim.
Arkadaşlar "Ölmeden gelmiş" diyorlardı.
.....
Bir gün gözetleme yerindeydim. Sami Bey var...Batarya kumandanımız...O gerideydi...Topları Refik Teğmen idare ederdi...Sonradan bir Üsteğmen daha gelmişti...O, "More More" diye konuşurdu...Arnavut'tu. Gözetleme yerinden makaslı dürbünle bakıyordum. İlerilere avcı hatlarına...Dürbün yakın gösteriyor. Bir de baktım. Fransız hatlarında bir kıpırtı var. Teğmene seslendim.
-Fransızlarda bir telaş var...Hücuma mı kalkacaklar ne?
-İyi bak Hakkı, dedi teğmen.
Teğmen diyorum. Üsteğmen...Batarya Kumandanımıza söylüyorum bunları.
Kafamı çevirdim baktım Fransızlar süngü takmışlar hücuma kalkıyorlar, fırlamışlar siperlerden biraz ilerlediler, bizimkiler de fırladı siperlerden, başladı süngü harbi... Bizim toplar, düşman topları hepimiz oraya ateş ediyoruz. Gökyüzüne dikildi asker. Epey devam etti süngü harbi. Fransızlar bizim askerleri önlerine katmışlar sürüyorlar geriye karagahın yakınlarına. Az geldi herhalde kuvvetimiz. O sırada bir şakırtı koptu Soğandere'den; "kuvvet geliyor" dedim kendi kendime.
Asker koşa koşa gidip, karşıladı gavuru. Hiç unutmam...Bizim askerlerden birisi bir Fransız askerini kat ön etmiş...Fransız kaçıyor bizimki arkada yetişemiyor Fransız'a. Yetişse süngüleyecek. Aştılar gittiler önlü arkalı düşman içlerine kadar...ne oldular bilmem... Gözden kayboldular. Bizim askerlerimiz Fransızların siperlerini ele geçirmişlerdi o günkü hücumda.
.....
Bizim alt tarafımızda çamlığın içinde 10,5'luk seri ateşli toplar vardı...Onlar da başldılar ateşe, şimdi abide yapılan sırtlara ateş ediyorlardı.
Orada Fransızlar'ın bir cephaneliği isabet almış yanıyor. Bilmiyorum artık cephanelik miydi...Erzak deposu muydu...Başlarında bir subay, bir manga Fransız askeri söndürmek için koşuyorlardı. Bizim toplar, şarapnele çevirdiler bu sefer atışı. Tutunamadı Fransızlar. Bıraktılar söndürme işini kaçıp gittiler.,Bu olay Domuz Dere'de olmuştu.
Aradan bir zaman geçti...Düşman birlikleri bütün cephe boyunca hücuma laktılar. Söktüremediler...Son hücumları idi bu onların...Bıraktılar hücumu...
Biz toplarımızı Kaba Tepe'ye getirdik. Ben yine gözetleme yerindeydim. Dürbünle bakıyordum. Düşman, sabah erkenden Anafarta Ovasına da asker çıkardı. Askerin çıkarılışını ben de dürbünümle izliyordum. Düşmanın karaya ayak basmasıyla Anafartalarda da savaş başladı. Cayırtı koptu...Devam etti. Fakat...söktüremedi. 3 ay daha kaldı kafir. Üç aydan sonra aldı başını gitti.
.....
Bir sabah Kaba Tape'de arkadaşlar Fransızlar Seddülbahir'den kaçmış dediler. Atladım beygire, bastım gittim. Çift Ekin'den aşağı indim. Bizim asker ovaya yayılmış hep...Yiyecek, giyecek herşeyleri bırakıp gitmişler. Bir tane de Kadana beygiri kaçırmışlar...Bizim askerler de tutup getirmişler.
Bir İngiliz Gemisi, İmroz taraflarından bıraktıkları şeylere veriyorlar mermiyi...Yakıyorlar...
Düşman gittikten sonra, bir süre daha o yakınlarda bir köyde durduk. Sonra bizim topları Enez'e götürdüler. Buralarda bir alay meydana getirdiler...Sahillere adi ateşli toplar koydular. Buralarda az bir asker kaldı. Beni de Küçük Anafartalar Köyündeki 24'lük toplara verdiler. Arabistan teslim olduktan sonra da zaten asker terhis olmuştu. Bizim batarya kumandanımız daha sonra tekrar tabur kumandan vekili olarak burada kurulan alaya gelmişti.
Mütareke imzalandıktan sonra fransızlar,ingilizler buralardaki topları hep patlatıp parçaladılar.
.....
Anadolu'ya geçirmediler bizi buralardan. Köyümüzde Yunan jandarması da vardı. Ben bu köyde... Büyük Anafarta köyü'nde evlenip kaldım. Düğünümü o zaman askerler yaptılar. Köyümde bir sene evveline kadar bakkallık yapıyordum. Şimdi bıraktım. İki çocuğum var. İlk karımı 35 sene önce kaybettim. Sonra ikinciyi aldım. İkinciyle hala yaşıyoruz. Madalyam filan yok. Yaşlılık maaşı alıyorum. Oğlumun biri öğretmen...İlkokul öğretmeni...Kız torunum da öğretmen çıktı...
Sol kaşımın üzerinde kurşun yarasının izini taşıyorum...

HALİL KOÇ


Çanakkale - Haliloğlu Köyü'nden

1309 (1893)'da doğdum. 88 yaşındayım. Balkan'ı gördüm. Arıburnu'nu, Muş cephesinde Rus'u, Halep taraflarını da gördüm. Önce Eceabattaydık. Kabatepe'ye keşif koluna gittik. Kabatepe'de İngiliz gemileri geldiler. Şamadıra bıraktılar. Bizimkiler kayalıklarda şamandıraları topladılar. Bir hafta sonra İngilizler geldiler. Ben nöbet yerindeydim. Sabaha karşıydı. İmroz'un her yanı ateşler içinde kaldı. Haber verdim. Nöbet onbaşısına. Çavuşlar, subaylar hepsi geldiler.

İngilizler asker çıkarmaya başladılar. Şamandıraları bıraktıkları yerlere. Mavnalara dolduruyorlar askerleri. Karaya çıkarıyorlar. Harp gemileri de denizde. Arıburnu taraflarına çıkıyorlar. Bizim 4. Bölük Arıburnu'ndaydı. Çiğnemiş gavur onları. Biz Kabatepe'deyiz, bakıyoruz. Bizim toplarımız vardı yanımızda, 4 tane top. Toplar ateş ediyordu. Gavurun mavnalarını karaya çıkarken ortadan bölübölüverirken gördüm. Dik yarlar var. Böyle bir yarın kenarından görüyorum. 2-3 gün durduk orada. Aldılar bizi de. Saat dokuzda hücum yaptırdılar Kanlı Sırt'ta. Kanlı Sırt'a bir de varmıştık ki, ortalık hazır gibi insan ölüsü. Onların aralarından sürünerek aştık öteki yüze. Gavurun süngüleri görünüyor istihkamlarında. Orada ateş ederken yanımdaki bütün arkadaşlarım şehit oldular. Bir ben kaldım. "Ben de vurulurum burada" diye düşündüm hep. Kafamı kaldırmışım biraz herhalde. Kafama "Küttek" bir taş vurdu. Yüzbaşım geldi. "Gidebileceksen git" dedi. Bıraktım tüfeğimi. Elden ele beni geçirdiler... Gittim. Benim başıma taş değil de, şarapnel parçası gelmiş. Barmış kalmış. Biga'ya Demetoka Hastanesine gönderdiler. Orada çıkardılar şarapnel parçasını. 60 sene oluyor çıkarılalı. Demetoka'da bir ay kaldım.

Tekrar geldik Arıburnu'na. Giriverdik cepheye... 8 ay kaldık. 8 ay istihkamlarda durduk. İngilizler tünel kazdılar. Lağım ateşlediler. Dünyanın toprağını üstümüze kaldırdılar. Hiçbir şey olmadı gene de.

Çok hücum yaptık. İstihkamdan çıkarıyorlar dışarı. Hadi bakalım hücum... Hücum... Süngü hücumu. Süngüleri takıyorum. İstihkamdan çıkıyoruz. Gavurun istihkamı 20 adım. Onların istihkamlarına varmadan gavur öldürüyor seni. Nereye gideceksin? Enver Paşa hücum yaptırıyor zorla. Enver Paşa'yı gördüm, oralara gelmişti. Harbiye Nazırı idi.

Arıburnu'nda Şefik Bey Alay Kumandanımızdı bizim. Gavur, asker çıkarırken 9. Fırka Kumandanı emir veremedi. Şefik Bey kendi emriyle koydu bizi muharebeye. Şefik Bey başımızda 9 ay durdu. Bir de mülazim Kemal Bey vardı şehit olmuştu. Ben piyade idim. 27. Alay, 2. Tabur, 2. Bölük, 2. Takım'ın 9. Mangasındayım. Elimde Alaman mavzeri vardı.

Gavur sonra Anafarta'ya asker çıkardı. Biz gitmedik Anafarta'ya. Düşman ordan da hücum etti... Geçemediler... 9 ay durduk... Geçirmedik kafiri Çanakkale'den.
.....
Bir gece keşif koluna gönderdiler bizi, iki kişiyiz... Gebeçınar Köyü'nden Mehmet Dayı vardı yanımda. Zifir gibi karanlık bir gece. Vardık gavurun siperine... Dinledik. Gavurlar "mınır mınır" konuşuyorlar. Geri döndük. Geri dönerken bir gavur ölüsünün üzerine bastık. Matrası falan tangur tungur etti. Gürültü oldu... Gavurlar siperlerinden başladılar üzerimize ateş etmeye... kaçamadık. Birer top mermisi çukuru bulup sindik içlerine. Dört saat sonra ateş yatıştı da çıkabildik dışarıya. 27. Alayın mevziilerini bulamadık. 72. Alayın mevziilerine düşmüşüz. O gece 27. Alayda parola "Kasatura" idi. Gavur o gece sabaha karşı kaçmış gitmiş. Dört gün daha durduk orada biz. Aldılar bizi Kırklareli'ne getirdiler. Kırklareli'nde biz 2 günlük peksimetle, 250'şer mermi verdiler. Arkamızda 30 okka yük. Çıktık hıdrellezde yola, Mart'ın 1'inde Diyarbakır'a vardık. Hep yayan. Diyarbakır'da yeni birlikler teşkil ettiler. Ben 24. Alay'ın, 3. Bölüğüne düştüm. Alay kumandanımız Süleyman Bey adında biriydi. Muş cephesine vardık. Mevziilere girdik. Karşımızda Ruslar var. Bize hücum ettiler bozdular. Sonra biz onlara hücum ettik. Rus'dan 2 tane top ele geçirdik. Onlar hayvanlarını süngüleye süngüleye Muş'a çekildiler. Ruslar geri çekilmeye devam ediyorlar. Fakat geriye bir takım asker bırakmışlar. Bu takım bize hücumlar yapıyor, oyalıyor bizi... Biz de arkadan kovalıyoruz Rus kuvvetlerini... derken, Ruslar bize asıl kuvvetleriyle tekrar hücuma geçtiler. Biz bozulduk, üç gün geriye kaçtık. Batıya... Billuriye'ye geldik... 15 gün sonra biz hücum ettik Ruslara... Ruslar geriye çekildiler. O sırada Ruslar içlerinden bozulmuşlar. Muş'a kadar Rusların ardından gittik... Muş'ta durduk...

Ben Muş'ta piyadeden, gönüllü olarak makinalı tüfeğe geçtim. Orada bir kış geçirdik... Geçirdik ama nasıl?...

Bir açlık... Bir açlık... O kadar işte... Ayaklarımızdaki çarıkların derilerini yiyoruz. At, mat eti de çok yedik... Ölü mü, canlı mı, sorma gari... Ben makinalıya geçtim demiştim ya... Hayvanların yeminden alıp kavurup yiyoruz. Yok ki başka bir şey... Ne yiyeceksin?

Bizim bir küçük Zabit vardı... Zeki Efendi. Aç kalmış. Herkes aç. Bana dedi ki: "Bana da kavuruver de ben de yiyeyim." Kavuruverdim... hayvanların yeminden... O da yedi... Sani Milazim'di.

Benim makinalı tüfek kızaklı makinalıydı. Alaman malı... Makinalı da iken savaş olmadı. 17. Alaya teslim ettik Şam'a giderken makinalıyı.

İngiliz hücum etmiş Şam taraflarında. Yüzbaşımız Cemil Bey telgraf çekti. "Gelliyoruz" diye Halep'e kadar yürüdük.

Halep'te Yüzbaşımız Cemil Bey'in yanında 8 ay durdum. Biz bozulunca Arabistan'da İngilizler her yeri teslim aldılar. Terk-i Silah oldu. Biz de Adana'ya geldik. Sonra Konya'ya geldik. Ben Alaşehir'den teskeremi alıp köye geldim.

Halep'te İaşe Zabiti Remzi Efendi'nin verdiği atlara baktım. Ötede beride otlatırdım atları. 3 ay da hastanede yattım. Sürgün olmuşum. Bir türlü sürgünüm kesilmedi.
.....
Yunan çıktığında İzmir'e biz köydeydik. Burada biz İngilizlerin elindeydik. Anadolu'ya Kuvayı Milliye'ye gidemedik. İngilizler köyümüze avlanmaya gelirlerdi. Çanakkale'deki İngilizler. Bazı da İngiliz Süvarileri köyden geçip giderlerdi. Çan'ın Bahadırlı Köyü'nde İngilizlerin bir zararını görmedik biz. Çanakkale'ye tel örgüden girip çıkardık.
.....
Atatürk'ü görmedim.
Yalnız Şerbetli Köyünden Adem vardı. O Atatürk'ün yanında durmuş. Borazanmış... Anlatırdı. "Grup Kumandanımızdı" diye.
....
Arıburnu'na babam da geldi benim yanıma. Beni dolaşmaya gelmişti. O da aynalı tüfekle ateş etmişti düşmana.

Aynalı tüfek dediğim aynı elimizdeki tüfeklerden de, önlü arkalı iki tane aynası var. Aynalarından bakıyoruz düşmana doğru.

Babam helva, yoğurt, yumurta getirmişti. Daha başka arkadaşların da babaları gelirlerdi... tabii yakın yerlerdekiler... Buradakiler...

Babam: "Bunlarda, bu evlatlarda umut yok. Bunlar buralarda kalırlar..." derdi. Ateşin içinde nasıl umut olsun?

8 ay boyunca 24 saat ateş hattında, 24 saat geride istihkamda durdurduk. İstihkamın içine kaç defa bomba düşmüştü. Böyle çok arkadaşımız şehit oldu gitti.

Sigara paketleri atarlardı gavurlar bizim istihkamlarımıza.

Birinde İngilizler, kavurma kutusuna barut ve fişek doldurup, fitilini ateşleyip bizim istihkama attılar. Fısır fısır yanıyor kutu istihkamın içinde. Biz kaçayım derken dirsek siperini yıktık. 7 kişi bu yıkıntının altında kaldık. Kutunun lehimleri eriyince açılıverdi... Deste deste fişekler yayılakaldı orta yerde. Kimseye bir şey olmamıştı. Masal gibi hep bunlar...

İstanbul'dan Muş'a, Muş'tan Halep'e yayan gittik. Potinlerimizin altı tahta idi. Takunya gibi. Tahtalar dağılıverdi de, potinlerle çıplak ayak yürüdük... Sonra sığır çarığı dağıttılar... Çarıklar da çıkıçıkıverirdi ayaklarımızdan... Çok çile çektik.
.....
Balkan Harbi'nde, İstanbul'da Eski Saray'da talimhaneydi. İçinde yangın kulesi filan var. Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazırıydı. Mahmut Şevket Paşa'yı bizim talimhaneye geldiğinde görmüştüm.

Mahmut Şevket Paşa'yı Beyazıt önünde öldürdüler. Topal Tevfik diye biri öldürmüştü. Beyazıt Meydanı'na 24 tane darağacı dikildi bir gece sabaha karşı. Ben de darağaçları diken askerler arasındaydım. O ara marangozhanede çalışıyordum. Topal Tevfik dedikleri adamın asılışını Eski Sarayın bahçesindeki parmaklıkların arasından gördüm. Topal Tevfik, 12. olarak asıldı. Darağacına çıkarılırken "Domuzun başını öldürdüm. Yaşasın millet bin sene" diye bağırdı. Birincide urgan koptuydu. İkincide astılardı. Ölüsü dört saat sallandı durdu meydanda.
...
Sultan Reşat'ı da gördüm. Ak sakallı bir ihtiyardı.

Edirne muhasaradaydı. Babam 100 Osmanlı lirası bedel verdi de ben köye döndüm. Babmın ödediği bedelle teskere alıp köye döndükten 7 ay sonra seferberlik açıldı. Bizi tekrar askere aldılar. Arıburnu'na gittim. İngiliz bir sene sonra yaza karşı asker çıkardı. 18 Mart'ta Arıburnu'ndaydım, top seslerini oradan duydum.
...
Askere gitmeden evlendim. Nine sağ. Esma adı. İki kızım bir oğlum olmuştu. Kızlardan bir öldü. Altı torunum var şimdi. Sağlığım iyi. Bir şikayetim yok.

Maaş filan almıyorum. Madalyam yok.

MUSTAFA AKSOY


Çan - Halilağa Köyü'nden

Ben Mustafa Aksoy. 309'luyum (1893). 88 yaşındayım. Seddülbahir'de bulundum. 9. Fırka, 26. Alay, 3. Tabur'daydım. Fırka kumandanımız Yüzbaşı Ali İhsan Bey'di. Takım zabitlerimizden de Yusuf Efendi, Ayin Efendi vardı. Piyadeydim. Mevziilerdeydik Seddülbahir'de. Beşli mavzer tüfeğim vardı. Osmanlı mavzeri, 4-5 ay durduk mevzilerde. Düşman asker çıkardı, bize doğru geliyor. Düşmanın askeri talim terbiye görmemiş. Sıçrama filan bilmiyorlar. Öyle geliyorlar bize doğru. Bizde makinalı tüfek var. Basıyoruz kurşunu, döşek gibi döşeniyorlar. Bizim arkadaşlar tutuveriyorlar makinalıyı, arayıp duruyor makinalı. Düşen kalıyor, dediler ki, "Arap askeriymiş bunlar. İngiliz bilmeden getirmiş bunları" diye konuşuluyor mevziide. Bilmiyoruz ki, onlarla muharebe yaptık, çarpıştık adam gibi.
......
Önce, düşmanın zırhlıları denizden üzerimize ateş yağdırdılar. Attılar, attılar. Baktılar bizim taraftan karşılık yok, zırhlıları biraz daha sol,kuldular karaya. Tekrar ateş yağdırdılar. Bizden bir kıpırtı yok. Daha da yaklaştı tekrar ateşe başladı. Bu defa bizim topçular da ateşe başladılar. Zırhlıların ateşi bizim topları susturdu. Geldi doğru bizim önümüze Seddülbahir'e asker çıkardı. Zırhlısı, vapuru geldi oraya oturdu. Ben, "Bu gavur geçemez emme hadi hayırlısı" dedim kendi kendime. Mayınlar denizin altında gömülü. Dışarıdan görünmüyor ama dışarda, deniz kıyısında adamları var ellerinde fitilleri. Gavurun zırhlıları geçerken fitili ateşleyecek. Kaç yerde var böyle adamlar. Bekleyip duruyorlar.
....
Gavurun zırhlıları yürüdüler boğaza doğru. Biraz daha ilerleyince bizim topların mesafesine girdiler. Çimenliktekiler, Kirtedeki toplar ateş etmeye başladılar gavura. Çanakkale'deki koca toplar filan. Gavurun zırhlısının üzerine yukarıdan indiriverdiler. Biri de yaralandı. Hoop, devriliverdi gavurun zırhlısı. Biz de istihkamlardan görüyoruz bunları. Depinemedi gavurlar, geçemediler boğazı, geri döndüler, çekildiler geriye.
....
Orada yaralandım Seddülbahir'de. Hücuma kalkmıştık. Yüzbaşı Şerafettin Bey emir verdi. Bir konuşma yaptı önce mevziilerde. Besmele çekti baştan. Sonra "Ananız sizi bu günler için doğurdu. Hadi bakalım! Ben sizin önünüzden, siz benim arkamdan. Sakın geriye çekileyim demeyin, düşmandan korkup da. Öldüreceğiz düşmanı, denize dökeceğiz." dedi.

Yüzbaşımız İstanbullu idi. "Süngü tak. Muharebe fişengiyle doldur, kapat" emrini söyledi. Birer de bomba var her birimizde. "Hadi bakalım oğlum, ateş!" diye bağırdı.

Gavur da askerlerini çıkarıyor deniz kıyısından. İki yere iskele etmiş. Boyuna askerini boşaltıyor... "Şiddetli ateş!" diye bağırdı yüzbaşımız. Mevziilerdeyiz. At bakalım, at bakalım. Gavur bizi görmüyor. Biz gavuru görüyoruz mevziilerimizden. Biz hep ateş ediyoruz. Gavur zığındere tarafından çevirmiş. Yüzbaşı : "Düşman bize ateş yapacak, geri çekilelim. Esir olacağız yoksa" dedi.

Ben o sırada mevzide vuruldum, bacaklarım tutmuyor. Kurşun delmiş iki ayağımı da dizlerimin bir karış altından. Sol kulağımın dibinden de bir kurşun geçti. Kafama bir de parça denk geldi. Şarapnel gibi bir şey. Ufak ama yardı attı. Bir çok arkadaşlar şehit oldular gözlerimin önünde. Yaralananlar oldular. İsimlerini pek hatırlayamıyorum. Aklımda kalmadı ki. Vurulanlardan Kayserili Ahmet Çavuş vardı. Bir de Balıkesirli Nebi Çavuş.
Yaralandık, geri çekiliyoruz. Anaca- babaca günü. Kanlı Dere'nin içine indik. Katırları, atları da derenin içine indirmişler. Onlar da titreşip duruyorlar. Sıhhiye filan yok. Bacaklarım da soğudu kaldı. Yavaş yavaş hayvanların bacaklarının aralarından yukarı doğru Kirte'ye çıktık. Kirte'de kaldım, gidemedim. Takviyeye gelen birliklerden birinin zabiti geldi yanıma, eliyle işaret etti.
- Otur, otur, dedi.

Sıhhiye yok. Bir şey yok. Götürecek insan da yok beni, bayırın başı.

Baktı bana zabit.
- Ne oldu? dedi
- Yaralıyım efendim, dedim.
Atından indi, yanıma geldi çöktü.
Bana düşmanın nerelerde olduğunu sordu. Ben de gördüklerimi, düşmanınnerlerde olduğunu olduğu gibi söyledim.
O zabit geriden kendisine yetişen askerlerine silah çattırdı. İki askere emir verdi :
- Bunu Maydos'a (Eceabat) götüreceksiniz. Hastaneye teslim edeceksiniz. Bir de teslim kağıdı alığ getireceksiniz bana, dedi.
" Oh... Hele Yarabbi şükür" dedim.
Aldı o iki asker beni Maydos'ta hastaneye yatırdılar. Maydos'a hastanede de pek tutmadılar. Karabiga'ya gönderdiler. Karabiga'da da at arabasına bindirdiler. Biga'ya hastaneye yatırdılar. 29 gün Biga'da hastanede yattım. Hastaneden çıktım. Tekrar cepheye gönderdiler beni. Bizim tabur yerinden oynamış. Bulamadık taburu. Taburumuz Arıburnu civarında Semertepe'ye geçmiş. Oralardaymış. Maydos'ta bize silah, cephane verdiler. Haydi bakalım tekrar cepheye, birliğimize Semertepe'ye. 26. Alaya. Ben 26. Alayın 4. Bölüğündeyim. 3. Takım, 3. Mangadayım.
.....
Beni ve benim gibi olan hastaneden gelen arkadaşları muayene ettiler. Askerlik yapamaz dediler. Karadeniz Boğazı'nda, İstanbul'da 6 saat ileride, Ağaçlı denen yerdeki maden ocaklarına gönderdiler. 3 ocak vardı. Orada asker olarak madende çalıştırdılar. Madende kömür çıkarıyorduk. İstanbul'a gidiyordu kömürler. 2,5 sene kaldım madende. 7,5 sene geldim köyüme.

Madalyam yok, 2 senedir maaş alıyorum. Askerden gelince evlendim. Bayramiç'in Dongurlu köyünden. Adı Tayyire idi. 6 sene önce öldü. 1 kız, 2 erkek çocuğum var. Oğlumun yanında kalıyorum burada köyde.
....
Gece talim yapardık. Gündüz düşmana ateş ederdik. Gündüz pek talim yapamazdık. Düşmanın tayyaresi tepemizde gezerdi. Gördüğü zaman ateş yağdırırdı gavur üstümüze.
.....
Büyük kumandanlardan göremedik. Bizim gibiler nerde görecek onlar?

MEHMET ORAL


Yenice - Akçakoyun Köyü'nden

Ben Hatipoğullarından Hüseyin Oğlu Mehmet, Mehmet Oral. 1309 (1893) doğumluyum. 88 yaşına girdim.

Arabistan'da Basra'da Aşer Kışlasındaydım. 9. Fırkadaydım. Piyadeydim. Talim yapardık. 8 ay kaldım Basra'da. Harp görmedim Arabistan'da. Babam bedel verdi. Köyüme geldim. Geldiğimin 12. günü Çanakkale'de Savaş başladı. Ben de Çanakkale'ye katıldım. 18 Mart günü Çimenlik kalesindeydim.


MEHMET ORAL

Düşman donanması boğazı zorladı. Toplar atılıyordu. Düşman gemileri Çimenlik Kalesini bombardıman ettiler. Bizim toplar da düşman zırhlılarına ateş ediyorlardı. Düşmanın iki zırhlısı batınca boğazdan geri çekildiler. Bu sefer harp karaya çevrildi. Düşman karadan hücum etti. Ben Çanakkale'de 9. Fırka'da Sıhhıye Bölüğü'ne düştüm.
Anafartalar'da Sargı mahallinde idim. Biz ilk tedavi yapıp Büyük Sargı mahalli'ne gönderirdik bize gelen yaralıları.
3-5 yerinden yara alanları, kolu, bacağı kopan, yarısı yok olmuş insanları gördüm. Çok yaralılar gördüm. Bizim başımızda Başkatip Galip Bey vardı. Rütbesi Kaymakamdı.
Ağabeyim, 26. Alayda piyade idi. Ayağında dum dum kurşunu patlamış. Ayağını bozmuş. Onu gece Kavaklıdere'den Silah deposundan getirdim. Başkatip Galip Bey'in arabasıyla getirdim. Ayağı çok kötüydü. Fena yaralanmış. Sargı mahalline getirdim. Hıristiyan doktor vardı.
-Vapur kalkıyor. Şu kağıdı imza ediverin, dedim.
-Atıver şuraya, dedi.
-Köpek ileşi mi, atıyoruz Bey dedim. Bu yaralı, vapura yetiştireceğiz.
Kardeşimi vapurla karşıya, Demetoka Hastanesine gönderdik. Oradan hava değişimi alıp köye gitmiş. Bir daha da gelemedi cepheye.
Çanakkale Cephesi'nde 3,5 sene kaldım. Çok süngü hücumları oldu. Hatta bir kere öyle gördüm ki, unutamıyorum. Bir İngiliz askeriyle bizim askerlerden biri, süngülerini birbirlerine saplamışlar, yan yana yere düşmüşler. Birbirlerini de şah damarlarını ısırmışlar. Yerde öylecene can vermişler. Yatıyorlardı.
Çanakkale'de bizim 9. Fırkanın Kumandanı Alaman Sabri Bey'di. Alay Kumandamız Kadri Bey'di. Başkatibimiz Kaymakam Galip Bey'di. Yüzbaşımız Halil Efendiydi. Atatürk bizim fırkaya geldi. 12'şerden 24 topa, iki bataryaya kumandan oldu. Düşman o sıralarda deniz kenarında idi. Atatürk'ü cephede çok gördüm. Bizim Fırkadaydı zaten. Çadırı bizim sargı mahalline yakındı. Bizim Fırka Kumandanı ile konuşurlarken duydum.
Atatürk'le, Fırka Kumandanı arasında şöyle bir konuşmayı duymuştum.
Atatürk:
-Biz mi onlardan toprak istiyoruz ? Yoksa, onlar mı bizden ?
Fırka Kumandanı:
-Onlar bizden toprak istiyorlar.
Atatürk:
-Öyleyse neden biz hücum edip de kırdırıyoruz askeri. Onlar bize hücum etsinler. Biz onları kıralım. Biz kırılmayalım.
Fırka Kumandanı:
-Enver paşa gelecek. Ona söyleyelim.
Sonra Enver Paşa geldiğinde Atatürk bunu ona da söylemiş. Hücumu kestirdilerdi. Bir daha da Enver Paşa gelmedi cepheye.
.....
Bizle beraber Alman subayları da vardı. Hatta Hintler diye bir Alman vardı. Mesela, bir makineli tüfek bozuldu mu tamir için giderken açıktan giderdi. Yapamazsa yerinde, alır makineli tüfeği Anafartalar'daki yapımhaneye götürürdü. "Böyle açıktan gitme, öleceksin," derlermiş. O da "Ölüm bizim için" dermiş. Sonra duyduk. Hintler dediğimiz Alman kendisini denize atmış. Neden? Bilmem...
.....
Atatürk, İngiliz topları ateşi kesmeden, bizim toplara ateşi kestirmezdi.
.....
Çanakkale bitince, 9. Fırka olarak Rus cephesine gittik. Bayburt'ta bulunduk. Alaman Sabri Bey, Fırka Kumandanımız Bayburt'ta şehit düştü. Bizi Rus bozdu. Geri çekildik. Kanlı Taş denilen yerde. Ben orada sıhhıye onbaşısı idim. Baybur'ta geri çekilirken Alaman Sabri Bey makinalı tüfeklerle arkamızdan gelen Rusları 3-4 saat oyaladı. Orada kendisi de şehit düştü.
Bizi 9. Alay yaptılar. Yay olarak Ardahan kars, Sarıkamış'a kadar götürdüler. Sonra geriye Kars'a döndük. Ben orada Kars Menzil Hastanesinde bilemem kaç ay bulundum. Mütareke olup da, silahlar bırakılınca da köye geldim.
.....
Kuvayi Milliye'de Karaağaç Cephesinde Edremit Kaymakamı Hamdi Bey'in yanında bulundum. Bizi buralardan çete olarak Hamdi Bey toparladı. Hamdi Bey'in yanından Yüzbaşı Ali Bey bizi birkaç kişi Yabancılar Cephesine aldı. Manisa Karaağacı'nın beri tarafında, üzerimizde de 5-10 mermi kalmıştı. Yunanlılar biz orada bozdu. Yabancılarda piyade onbaşısı idim. Yanımda Hamdi Bey'den Mustafa Çavuş, Arap Mustafa, Süleyman, Aras Mustafa, Halil Çavuş vardı. Karabey'den Latif Çavuş, Kazım'ın Hasan vardı. Hamdi Bey'den Mülazimin Hasan vardı. Biz mevzide filan değildik. Bir zeytinlik içindeyiz. Gavur geliyor. Cephanemiz bitti. Bozulduk.
Dereköy'de Rezil Değirmeni denilen yerde yeniden bir cephe tutmak istedik. Tutamadık. Cephanemiz yoktu. Dağıldık.Biz orada 3 ay filan kalabildik.
Sonra Hamdi Bey Akbaş Cephaneliğini basıp silah ve cephaneyi bu taraf, Anadolu'ya geçirdi. Fakat İnova'da Anzavurcular tarafından şehit edildi.
Bizim köyü Yunanlılar işgal ettiler. Kalkım'da Yunan karakolu vardı. Bizi topladılar. Önce Edremit'e götürdüler. Edremit'ten 12 kişi İzmir'e götürdüler. Ben de varım. İzmir'de hapse attılar. Bu sırada Yunanlılar Afyon Cephesinde bozulunca vapurla İzmir'den Pire'ye, Korfu Adası'na götürdüler.
İzmir'den bindiğimiz vapurda Tevfik Kaptan diye biri vardı.
Tevfik Kaptan "Bu vapuru kaçıralım. Kurtulalım." diye konuşurdu. Ali Kumpas adında birisi vardı Aydın'lı. Gitmiş söylemiş Yunanlılara. Çok dövdüler bizi. Çay istemiştim. Getirip sıcak çayı suratıma serpiverdi gavur. İzmir'de bir de Yunan mahkemesine çıkardılar beni. "Sen çetesin, kaç tane hristiyan öldürdün?" diye sordular.
Korfu Adası'nda pek kötülük, hakaret etmediler. Bir parça ekmek verirlerdi. Başka bir şey vermezlerdi. Ben Korfu'da hapis yattım. Yerim sıcaktı. Üstümdeki odada mahkeme yapıyorlardı.
Sonra bizi korfu'dan çıkarıp Atina'nın sağ tarafında tel örgülerin içine koydular. Bu tel örgülerde 8-9 ay kaldık.
Atina'da esir bulunduğumuz tel örgülere Ankara'dan bir elçi geldi. Ak elbiseli, hasır şapkalı birisi. Tel kumandanıyla konuştular. Aramızda bir de kaymakam vardı. Çıktı o gelen elçiyle el sıkıştı. Bizi o gece Pire Limanına sevkettiler. Yalnız o kaymakamı o gece bir kör kuyuya atmış Yunanlılar. Sabahleyin ölüsünü buldular.
Vapura bindik. İzmir'e geldik. Ben hasta oldum. İzmir Hastanesinde 12 gün yattım. Hastaneden çıktıktan sonra Edremit üzerinden köyümüze geldim.
.....
Hafif bir misket yarası aldım Anafartalarda.
.....
Düğün yaptığımda gavurlar buralardaydı. Şimdi 5 çocuğum var. Çocuğum bakıyor. Hiçbir yerden maaş almıyorum. Nefes darlığı var. Gözümün biri görmüyor. Kulaklarım ağır duyuyor. Hali vakti yerinde olanlara bile verdiler maaş da, bizim gibilere vermiyorlar. Bir maaş çıkarsalar ban da elim genişleyecek. Burada oğlumun yanında kalıyorum. O veriyor arada birkaç kuruş...Harcanıyorum...

Çanakkale Savaşı - Gazilerimiz

'Bu bölümde, hem Çanakkaleli olup, hem de Çanakkale Cephesi'nde savaşmış gazilerimizin anılarını bulacaksınız. 1981 yılında yayınlanan ve "Yaşayan Çanakkaleli Muharipler" adını taşıyan bu kitapta yer alan, Cahit Önder tarafından mülakat yapılan ve fotoğrafları çekilen gazilerimizden hiçbiri bugün hayatta değillerdir.'

1.Ahmet Başaran
2.Ahmet Fethi Türkan
3.Ali Arslan
4.Ali Demirel
5.Apti Topal
6.Hakkı Tuna
7.Halil Koç
8.Mustafa Aksoy
9.Mehmet Oral
10.Mehmet Öztürk
11.Mehmet Yavaş
12.Osman Kaçmaz

Çanakkale Zaferi'nin Önemi ve Sonuçları

Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.

Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.

Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.

Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir.

Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.

Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.
1.Genellikle 18 Mart 1915’te geçen Boğaz Muharebesi’nde kazanılan zaferle, Birleşik Filo (İngiliz-Fransız donanmaları) nun Marmara’ya girerek, İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirme planları suya düşürülmüş, böylece hükümet çevrelerinde beliren ve halka yansıyan İstanbul’u kaybetme korkusu ortadan kalkmıştır.


2.Boğaz’da elde edilen bu ilk zafer, çok geçmeden Gelibolu Yarımadası’na yöneltilen çıkarmalarla başlatılarak, dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemi bombardımanlar altında Türk askeri, yılmadan aylarca süren mevzi muharebelerinde yüksek bir moral ve doruğa ulaşan bir mücadele azmi örneği vermiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.


3.Böylece karada kazanılmış bulunan bu ikinci ve nihai zaferle de, Türk ordusunun Balkan Savaşı’nda zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.


4.Deniz ve kara. harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihi’nde yerini alan Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’nin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.


5.Çanakkale Zaferi, Anlaşma Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.


6.Çanakkale Boğazı’nın kapatılıp Rusya’ya geçit verilmemesi, onu müttefliklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın Doğu Cephesi’ndeki Harekatnı kolaylaştırmıştır.


7.Çanakkale Muharebelerinin diğer bir anlam ve önemi de, çöküntü donemini yaşamakta olan İmparatorluğun, dünya kamu oyunda yarattığı kötü imajın sonucu olarak, Türkün iyice tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmemiş, koşullar nedenli ağır olursa olsun iyi sevk ve idare edilirse, tüm zorlukları yenebilecek güç ve inanca sahip olduğunu bu muharebelerde kanıtlamış olmasıdır.Bir başka deyişle düşman devletler, her nedense Osmanlı Devleti’ nın çöküşü olayıyla, onun asıl unsurunu oluşturan Türk ulusunun ceddinden miras olan savaş azim ve ruhuyla ,inanç gücünün birbirinden farklı şeyler olduğunu, bu muharebelerde çok daha iyi anlayabilmişlerdir.


8.Çanakkale Muharebeleri, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç ,azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvayı Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.


9.Gerçekten Boğaz Muharebesi’nde Birleşik Filo’nun kendisi için tehlikeler yaratan yalnız Dardanos Bataryası’nın yok edilmesi için kullandığı 400’ü aşan topçu mermisine karşın, sadece iki subayımızın şehit oluşu dışında, bataryaya ağır bir hasar verdirilememiştir. Halbuki Boğaz’daki obüs bataryalarımızın tek bir yaylım ateşi sırasında, Irresistable gemisinde 138 personelin yaşamını yitirdiği, İngiliz tebliğlerinde açıkça belirtilmiştir.


10.Çanakkale’de Türk askerleri, bol cephaneye dayanan, yoğun donanma ateşleri altında Türk’e özgü, sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında kaya gibi dimdik ayakta kalmasını bilmiştir .Öte yandan bu dev armadalar, ateş etmesinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanos”a) 4000 mermi kullanıyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu.


11.Aynı Birleşik Filo’n’un, 18 Mart Boğaz Muharebesi’nde, 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalırken, Çanakkale Müstahkem Mevkii, savaş gücünü olduğu gibi koruyabiliyordu. Keza Filonun mayın arama ve tarayıcıları, 11 mayın hattı üzerinde döşenmiş mayınlardan sadece üç adedini etkisiz hale getirebilmişti


12.Türk tabyalarında hasar gören toplardan çoğu, onarılıp kısa sürede ateşe hazır duruma sokuluyor, 3. bölgedeki (Boğaz’ın Marmara ile birleştiği kesim) tabya da, sapasağlam duruyordu. İşte bu durum karşısında Boğaz’ı geçemeden geri çekilen Birleşik Filo, Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.


13.Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesi’nde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiç bir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.Ne varki 18 Martı unutarak böyle bir saldırıyı ileride de göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyanın yeniliklerine gözlerini kapamış bir Osmanlı Devleti yerine, bu kez XX. yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetleri’ni bulacaktır.


14.Çanakkale Cephesi deniz ve kara harekatıyla birlikte mütalaa edildiğinde görülür ki, bu cephede geçen muharebeler, hasım kuvvet olarak katılmış olan Ingiltere ve Fransa’nm, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir.Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.

Çanakkale Savaşı - Savaş Öncesi Durum..


Savaş Öncesi Durumu Gösteren Harita

Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Almanya-Fransa ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu.

Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan üçlü İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü İtilaf Devletleri sonunda Avrupa’yı ikiye bölmüşlerdi.

Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı.

Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü en geniş sınırlara sahip olmuş, her çeşit milleti ve inanışı içinde barındırmış ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. Yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.

Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya’ya sahip olmayı istiyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasının ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı kesinleşti.

Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verir ve boğazları tüm yabancı gemilere kapatır.

GOEBEN ve BRESLAU’ın boğazlardan geçmesi itilaf devletlerinin tepkisine yol açar. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması’na katılmış olur.

27 Eylül 1914’te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’de Ruslar’a ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş olur.

Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan boğazlar, konumları nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyorlardı. Tarih boyunca uğurlarında nice savaşlar verilen boğazlar stratejik, ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydiler. Bugün bile bakıldığında değerlerini korumaya devam ettikleri açıktır.

İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce ; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf Devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı.

Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı.

Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş kararı aldı ve bu karara Fransa da katıldı.

Çanakkale Savaşı - Deniz Harekatı

Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.” düşüncesiyle hareket eden İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’ın şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.

İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.

18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi.

Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu.

17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral De Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulamaya konuluyordu.

Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.

Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemileri ve Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth’in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi. “A Savaş Hattı” olarak adlandırılan bu plan 11.30’da uygulanmaya başlandı ve 11.30’da merkez tabyalarına ateş başladı.

Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George adlı iki İngiliz muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi.

Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.

Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat 15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı.

Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı.

18 Mart’ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söylayenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.

Çanakkale kahramanları


bızler bu atalarımızın yaptıklarını yapamıyorun ama bırazda en azından saygı duyalım,
tarıhımıze sahıp çıkalım onlar bızlere nasıl bır vatan bıraktılar okuyun kendınıze
bısoerun bakalım bunlar açkalmışlar bızler için gelecek neslımız rahat etsın dıye
ama bızler ıse uyşukluk baglamış para hırsı buyumuş kın nefret saygı yok sevgı yok
buyuk küçük bılmıyoz allah sonumuzu hayır etsın

57. Alayın Sancağı işte türk askerinin vatanına saglamlıgı


Aşağıdaki fotoğraftaki sancak dünyadaki tek esir Türk sancağıdır.
Türk ordusunun 57. Alayı'nın sancağıdır. Sancak Türk Ordusunun şeref timsalidir
son neferi şehit olana kadar düşmana teslim edilemez.Ve öylede olmuştur;


Resimdeki sancak, Çanakkale Savaşı’nda son erine kadar şehit olan Kahraman 57nci Alay'ın Sancağıdır.
Hâlen Melbourne-Avusturalya müzesinde sergilenmekte olan sancağın tanıtım plâketinde şöyle yazmaktadır:


"Bu Alay Sancağı Gelibolu savaş alanından getirtilmiştir, ama esir edilmemiştir. Türk Ordusu'nun geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alayı Sancağını selâmlamadan geçmeyin"

çanakkalede bir fransız subayın türk askeri için yazdığı şiir

çanakkalede bir fransız subayın türk askeri için yazdığı şiir
ibret alınacak
Soranlara der ki: “Yaşlıdır hala gözlerim,
İnsanlık dersi için okunmalı sözlerim.
Çok kanlı bir boğuşmadan sonra dolaşırken,
Bir Türk askerine gözüm takıldı aniden.
Bana tuhaf görünen hareketleri vardı,
Ona doğru yöneldim, beni bir merak sardı.
Bir de baktım ki, ağır yaralı bir Fransız’ın
Yarasını sarıyordu, hiç aldırmaksızın.
Kendi elbisesini kesip, yaralı ere,
Tampon yapıyordu, kanın fışkırdığı yere.
Durdurmuştu can düşmanının akan kanını,
O da ağır yaralıydı, akıyordu kanı.
Kendi yarasına basmıştı bir avuç toprak,
Düşmanına bakıyordu, merhamet duyarak.
Rüyadaydım sanki olanları görüyordum,
Koşarak yanına kadar gidip şunu sordum:
-O sana düşman değil mi, yarasını sardın,
Ne yapmak istiyorsun, söyle nedir maksadın?
O Türk askeri yarı baygın zor cevap verdi;
-Bu asker yaşlıca bir kadın resmi gösterdi,
Anladım ki anasına gitmek arzusudur,
Belki a*n*a*s*ı*n*ı*n bir tanecik kuzusudur.
Kendim şehit olacağım, bunu biliyorum,
O anasına kavuşsun, budur benim arzum.
Akan gözyaşlarımı silmeye çalışırken,
Son nefeslerini vermişti ikisi birden.
Gözlerimin önünden hiç gitmez bu manzara,
Türk’e hayran olarak gideceğim mezara.”

Soranlara der ki: “Yaşlıdır hala gözlerim,

Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hakim olabilir."
- Mustafa Kemal, 25 Nisan 1915, Conkbayırı
"Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım."
- Mustafa Kemal, 3 Mayıs 1915, Arıburnu
Azman Dede... Balıkesir'de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi, İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu. Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı, sorduklarımı cevapladı. Söz Çanakkaleye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:
- "Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere yeni alınmış gencecik insanlardı.
Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu: "Yavrum siz kimsiniz?" İçlerinden biri: "Galatasaray Mektebi-Sultanısı talebeleriyiz. Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi.
Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düstüğünde minare gibi alevler yükseliyor, birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı "Azman, yandık!.." diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar, siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi.

Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!.. "Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı. Al sancağı teslim etti Allaha ısmarladı. Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana.. Sütüm sana helâl olmaz, saldırmazsan düşmana.."

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı.
Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak...
Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi.
Birden yüzbaşı "Hücum!.." diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinali yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.."
Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu. Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi: "Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bügün ilk defa anlattı." Dedi.